Ön-Not: Nesrin Olgun Aslan’ın hikayesini yazmaya başladığımda kimi zaman soğuk bir suyun ve karanlığın içinde, kimi zaman sonunda varabildiğim bir kıyıda hissettim kendimi. Yazmaya devam ederken önce zor tutuyordum gözyaşlarımı, bir noktadan sonra akmaya başladı hepsi. Yazımı, ağlayarak bitirebildim ancak…Kendisinin web sitesinden (http://www.nesrinolgun.com) ve dönemin Hürriyet Londra Temsilcisi Faruk Zapçı’nın anılarından yararlandım, teşekkürlerimi sunuyorum…Çok uzatmadan, Nesrin’in Hikayesi’ne başlıyorum… 1964 Adana Yüzme havuzunun kenarında 7 yaşında kara kuru bir kız çocuğu duruyor. Havuzun içinde Adana Demirspor Kulübü yüzücüleri. Erkekler çoğunlukta. Küçük kız etrafına bakıyor. Sadece 4 kız çocuğu var. Nesrin, Adana Demirspor’un 4 kızından biri oluyor o gün…Giriyor havuza. 1973 – 1975 Adana Nesrin, 16 yaşında. Yüzüyor. 7 yaşında girdiği havuzdan, kısa mesafede 100’e yakın madalya ve şilt çıkartıyor. Kışları masa tenisi oynuyor, Türkiye 2.liği, Türkiye 3.lüğü var. 17 yaşında mar...
Yorumlar
sadece anketin objektivitesi için değil, anlamı çok daha derinlerde olan bir şeyler için kaldırın..
İstenmiyorlar diye çarpı atıldı o ikisine..
Bunca emeğin, alın terinin hırsızı onlar.
Anasayfadaki resmi fazla şiddet çağrıştırır buldum..
Resmi çarpılanan insan ne anlama gelir, yukarıda tırnak içindeki cümleleri söyleyen genç, Özgür Nasuh'tan (stadyum ve sandığı anladım ama) "sokakta" hesap sormaya kalkarsa hangi yöntemi seçer..
Neyse boşverelim..
Slogana gelince; stadyum ve sandığa ilişkin herhangi bir yanlış anlaşılma olmamış. Şehir ve sokağı biraz daha açmakta fayda var sanırım. “Sokak” derken yine elbette, şiddet üretilecek bir mekanı düşünmüyoruz. Sokağın, Demirsporlular içerisinde yerinin ayrı olduğunu biliyoruz. Sokağın tarihimizde, Demirsporluların eylemlerine, protestolarına sahne olduğunu biliyoruz. “Sokak” sözcüğünü, daha çok sol literatürün kullandığı “hesabını alanlarda soracağız” sloganında ki “alan”a ikame olarak kullanıyoruz. “Alan” demiyoruz, zira ortaya koyabileceğimiz kitlesel eylemlerin yanı sıra, sokağı ve “sokağın duvarlarını” da sahipleniyoruz. Sokak, sloganımızdaki duruşu ile “köşesinde futbolcu-yönetici-başkan kıstırılacak, dövülecek, hırpalanacak yer” olmaktan çok “tepkimizi şiddet kullanmadan dile getireceğimiz, gerektiğinde çok da etkin kullanacağımız yer” anlamına geliyor.
Sloganı baştan ele alıp takip edecek olursak; Stadyum>>Sokak>>Şehir>>Sandık. Stadyum hali hazırda bizim olan, içerisinde bulunduğumuz mekan olarak tepkimizi göstereceğimiz ilk mecra. Bunun üzerine sokak geliyor, yukarıda açıklamaya çalıştığım biçimde “stadyumdaki tepkinin üzerine, sokağa kitlesel eyleme de çıkarız” anlamında. Ardından, stadyumdan sokağa akan Demirsporluların, bir şehri eylem alanına (şiddetten söz etmiyorum) çevirebileceği anlatılıyor. “Hesap sorma” sürecimizin, stadyumda, sokakta kısıtlı kalmayacağını bütün bir şehri saracağını ortaya koyuyor. Nihayetinde gelen “sandık”, şehrin yönetimi konusunda da hesap soruşumuzun devam edeceğini ifade ediyor. “Stadyumdan sokağa çıkalım, şehri saralım, sandığı unutmayalım” örgüsüyle, hesap soruşumuzun rotası çizilmiş oluyor. Rota, herhangi bir yerinde şiddete işaret etmiyor. Oysa, slogan şiddet üretmek isteseydik şu şekliyle de kurulabilirdi: “Tribünde – Sahada – Soyunma Odasında…” bu rota şiddete işaret eder bir rota olurdu, evet.
Sonuç olarak, bizim kafamızdan geçtiği haliyle bloga yansıyan, yansıtmaya çalıştığımız duruş, tavır budur. Ancak elbette bu yansıma, tartışmaya halen açıktır. Jose Marti başta olmak üzere, tüm arkadaşları, bu açıklamaların üzerine yeniden fikir üretmeye çağırıyorum ben. İçimizdekini dışa vuruşumuzun en doğru halini hep birlikte yaratabiliriz ancak.
http://www.facebook.com/group.php?gid=15725433780
Blogu haberdar olduğumdan bu yana keyifle takip ediyorum. "On dört bin küsür farklı IP günü" ziyaretine sahip olarak da kendini ispatladı,blog. Başka forumlara da defalarca linkini attığım kaliteli yazılarıyla, duruşuyla, seviyesiyle, medya tarafından takip edilirliğiyle, Türkçe'ye gösterdiği özenle, eleştiriye açıklığıyla daha fazlasını hakettiği kanaatindeyim.
Çarpı mevzuu sembolik bir tartışma zemini oluşturdu aslında. Ajansspor yorumcuları üzerinde yorum yazılmayacak kadar seviyesiz şeyler yazıyorlar ama TD gibi binlerce üyeye sahip, bütün takım taraftarlarının girdiği, yorum yazdığı, zaman zaman bizler hakkında görüş belirttiği yerlerde de Adana Demirspor'lu olduğunu söyleyen kişilerin seviyesiz, hakaretten başka şey içermeyen yazılar yazdığına şahit olduk. Mersin deplasmanında yaşananlar, Mustava'ya "Halkın Takımı" pankartı üzerine mükemmel bir yazı yazdırdı, maalesef.
Kitle büyüdükçe kontrol edilirlik zorlaşır evet. Ama kontrol edebilmek için çok sağlam bir duruş şarttır. Bu duruş tavizsiz olmalıdır. Facebook'ta "Özgür Nasuh ..irsin gitsin" diye grup açmak marifet değildir. Özgür Nasuh'un alt komşusu olursun, evde sürekli gürültü yapıyor diye hiç sevmiyorsundur, git istediğin grubu aç, seçtiğin kelimeleri sana mal edelim ama Mavi-lacivert logoyu kullanma..
Bütün bu olumsuz örnekler, bahsettiğim kararlı duruş beklentisi, bu beklentimin internet ortamında blog üzerinde yoğunlaşması ve bunun üzerine çarpı işaretini algılayışımın vertumnusun algılayışıyla olan nüansı itirazımın temelini oluşturdu. İnsan resmi üzerine konan çarpı öldürülecek insan anlamına da gelir. Tıpkı Çorum'da, Maraş'ta evleri çarpılanan insanlar gibi. Yada Madımak'ta çarpılanan 33 kişi gibi. Bazen insanları hedef göstermek için çarpı koymana bile gerek yoktur. Akit veya Vakit gazetesinin sık sık yaptığı gibi.
Sokakta hesap sorma mevzuuna tekrar gelelim. Vertumnus o kadar güzel açıklamış ki çerçeve O'nun yazdığı duyarlılıkta, bilinçte, işçilikte kalsa hiçbir zaman sorun yaşanmaz..
Bu sembolik tartışmayı kendi adıma burada sonlandırıyorum..