Çalkantılı, sıkıntılı, başarısızlıklarla ve kahırla dolu yıllardan sonra iki takım için de nispeten suların durulduğu bir döneme denk geldi bu derbi. Yükselme grubunun mevcut puan durumu ve takımların sürpriz sonuçlar almaya meyilli olmaları hali hazırda yüksek olan gerilimi daha da artırıcı rol oynadı. Gerçi iki taraftan da karşı tarafa göre “en uçlarda” yer alanlar için puan vb. kavramlar pek önem arz etmiyor. “Yenmek” ve hatta “ezmek” gerekli. Başka tip taraftara göre ise puantajda üstte olmak şart, bu düşünce lig sıralamasında tersten de aynen işlemeli: eğer iki takım da küme düşecekse düşerken bile diğerinin üstünde olmalıyız! Uçlardan ortalara geldiğimizde “iki (ikisi de) Adana(nın) takımı” mücadelesi yaklaşımı hakim. Belki de bizim derbiyi ayrı bir konuma yerleştiren bu düşünce çeşitliliğinin mevcudiyeti. Türkiye’deki örneklerinden farklı olarak ne süreklilik arz eden fiili şiddet ne de sanal, yapay bir rekabet zorlaması var. Birincisi için Karşıyaka-Göztepe veya Galatasaray-Fenerbahçe, ikincisi için Kayserispor-Erciyesspor örnekleri verilebilir.
Adana derbisinin sosyolojik, tarihi ve kültürel boyutlarını tartışmayı başka bir yazıya bırakarak derbi izlenimlerime geçmek istiyorum. Zira blogun diğer yazarları çeşitli postlarda bu doğrultuda göndermelerde bulunmuşlar. Yalnız “derbide Demirspor maraton tribünü” muhtevalı bir yazı hakkımı saklı tutuyorum, belirteyim. Olayların gelişimini takip açısından saati referans alacağım.
Saat 8:00’de uyandım, 15 dakika sonra evden çıktım ve dolmuşa atladım. Stat evime yakın olduğundan 10 dakika içerisinde varacaktım. Dolmuşa binmeden “erken mi gidiyorum acaba?” şeklindeki düşüncelerim içerde oturan iki Demirspor polarlı arkadaşı görünce değişti. Daha sonra -stada yaklaştığımız esnada- bu polarlı arkadaşlardan birisi dolmuş şoförüne “dayı az ilerde indir hele” deyince derbi havasının gerginliğini hissetme şansı da buldum, sağ olsun. Dolmuş güzergahı (Topel dolmuşları) ile gelirseniz ve stada en yakın noktada inecekseniz burası stadın güney tarafıdır ve Adanaspor’a aittir. Böyle önemli bir günde saat ne kadar erken olursa olsun orada mutlaka Adanasporlular olacaktır ve oldu da. Bir de Şimşekler Grubu ağabeylerinden birisinin tam da stadın güney tarafını ziyaretinde tesadüfen orada olmam derbinin hiçbir maç ile kıyas kabul etmeyeceğini tekrar kanıtladı. Burada aktarmayacağım bazı şeylere şahit olduktan sonra garip bir ruh hali içinde kuzeye, mavi-lacivert cümbüşe doğru yol aldım...
Adana derbisinin sosyolojik, tarihi ve kültürel boyutlarını tartışmayı başka bir yazıya bırakarak derbi izlenimlerime geçmek istiyorum. Zira blogun diğer yazarları çeşitli postlarda bu doğrultuda göndermelerde bulunmuşlar. Yalnız “derbide Demirspor maraton tribünü” muhtevalı bir yazı hakkımı saklı tutuyorum, belirteyim. Olayların gelişimini takip açısından saati referans alacağım.
Saat 8:00’de uyandım, 15 dakika sonra evden çıktım ve dolmuşa atladım. Stat evime yakın olduğundan 10 dakika içerisinde varacaktım. Dolmuşa binmeden “erken mi gidiyorum acaba?” şeklindeki düşüncelerim içerde oturan iki Demirspor polarlı arkadaşı görünce değişti. Daha sonra -stada yaklaştığımız esnada- bu polarlı arkadaşlardan birisi dolmuş şoförüne “dayı az ilerde indir hele” deyince derbi havasının gerginliğini hissetme şansı da buldum, sağ olsun. Dolmuş güzergahı (Topel dolmuşları) ile gelirseniz ve stada en yakın noktada inecekseniz burası stadın güney tarafıdır ve Adanaspor’a aittir. Böyle önemli bir günde saat ne kadar erken olursa olsun orada mutlaka Adanasporlular olacaktır ve oldu da. Bir de Şimşekler Grubu ağabeylerinden birisinin tam da stadın güney tarafını ziyaretinde tesadüfen orada olmam derbinin hiçbir maç ile kıyas kabul etmeyeceğini tekrar kanıtladı. Burada aktarmayacağım bazı şeylere şahit olduktan sonra garip bir ruh hali içinde kuzeye, mavi-lacivert cümbüşe doğru yol aldım...
Yorumlar