Ana içeriğe atla

Camp Nou, Bernabeu..

Milli takımın 2010 dünya kupasındaki rakipleri belli olmadan “bir deplasmana gidelim” fikri ortaya atılmıştı. Rakipler belli olduğunda coğrafi olarak en uzak ama mantıklı düşününce en yakın deplasmandı, İspanya.
Uçak biletlerini aldıktan sonra artık geri dönüş yoktu. 21 Mart Cumartesi Madrid’e, gece otobüs yolculuğuyla da 22 Mart’ta Barselona’ya varıldı.
Barselona göz kamaştırıcı bir şehir. Gaudi’nin mimarisi şehre damgasını vurmuş. Las Ramblas, Sagrada Familia, Casa Mila, Casa Battle, Kolomb kulesi, Park Güell, tapaslar, paella, sangria ve tabi ki Camp Nou. Futbolsever tabiriyle “hacı olduk” diyebilirim. Yüz bin seyirciyi bir arada görmek etkileyiciydi. Ancak Camp Nou bizde hayal kırıklığı yarattı. Tribünlerin yüzde sekseninin üstü açıktı, en üst katta izleyince rakım farkından dolayı soğuktan donduk. Camp Nou’nun merdivenlerinden çıkarken göze hitap etmeyen beton yığını ile karşılaşıp şaşırıyorsunuz. Gaudi yaşasaydı “bitmeyen kilise Sagrada Familia”yı bitirmeden önce Camp Nou’ya el atardı, sanırım.
On dakika bile bağıran bir tribün grubu yoktu. Bir tane davul gördük, ara sıra yüz bin kişi kendi marşlarını söylüyorlardı, o kadar. Altı tane gol oldu,











Messi’nin golünü görmek şans oldu. Tarihi eserleri, meydanları, sokaklardan binalara taşan heykel sanatı. Hepsine rağmen İstanbul kadar tarihsel zenginlik yok elbette, ama turizmi ve insanları önemseyen yöneticileri var. Barselona’nın trafik girmeyen meydanlarını gezerken aklıma hangi partinin Kazlıçeşme tarlasında, hangisinin Çağlayan döner kavşağında miting yapacağı geldi, meydan kültürsüzlüğümüze hayıflandım.
Ölmeden görülmeli Barselona; Camp Nou şart değil ama yüz bin kişiyle Barcelona FC izlenmeli.
Sevilla Meral’in en sevdiği şehir oldu, benim için de öyleydi. Erguvan kokuları, çiçekler sokaklara sinmişti. Granada yerine Al Hambra sarayı demek yeterli. Sanırım bir mart cumasında yirmi bin turist geziyordu Al Hambra’yı, on iki buçuk euro ödeyerek.
Milli maç günü Madrid’e geldik. Madrid, Barselona kadar turistik değil. Belki de son günlere gelmenin yorgunluğuyla böyle düşünüyorum.













Algıda seçicilik demeyin ama en dikkat çekici güzelliklerden birisi mini etekli kızların sokaklarda hiç kimse tarafından rahatsız edilmeden, laf atılmadan rahatça yürüyebilmesiydi. Bir diğeri ise yüzlerce Türk’ün Madrid’in en merkezi meydanı olan Puerta Del Sol’da toplanıp tezahürat yapmasına, sokaklardaki yüzlerce Türk milli formalı insana kimsenin bir şey söylememesi, birlikte aynı metroyla Bernabeu’ya giderken en ufak bir olay olmamasıydı.
Mavi lacivert formalı veya atkılı yedi kişiydik, maç günü hiçbir yerde milli forma ve atkı bulamadım. Bernabeu tribünlerine yürüyen merdivenlerle çıkılıyor, tribünlerin tamamı kapalı, ayrıca üstten ısıtma sistemiyle taraftarın zatürre olmaması için çaba harcanıyor. Camp Nou’dan beş gömlek daha iyi. Yenseydik her şey daha güzel olacaktı.
Güzel anılarla ve gideceklere rehberlik edebilecek kadar bilgiyle döndük İspanya’dan.
Darısı Mondiali Antirazzistiye..

Yorumlar

kebabman dedi ki…
Keske Barselona'ya gitmisken Olimpiyat Stadinin oldugu tepeye cikip,kraliyet sarayinin onunden muzik esliginde dans ettirilen fiskiyeli havuzlarin gorsel guzelligi ile Barselona'yi tepeden seyretmis ve gun batisina sahit olmus olsaydiniz.

Barselona'da beni en cok etkileyen sey bu gosteri ve tepe manzarasi olmustu.

http://www.flickr.com/photos/sefik_akkurt/2675779574/in/set-72157606207432492/

Sizi oralarda yalniz biraktigim icin kusuruma bakmayin.Gecerli mazeretlerim vardi.
yavuzy dedi ki…
Keyifle okudum, eline sağlık... Evet, darısı anti-razisti'ye!
Jose Marti dedi ki…
bende hayıflandım şimdi oraya gitmemiş oluşumuza. bizi yalnız bırakmadın şefik abi, darda kaldığımızda yanımızdaydın..
anti-razisti sarmaya başladı zihinleri, hayırlısı diyelim..
geyik1940 dedi ki…
Küçük bir düzeltme: Elhamra'ya giriş 12 euro idi.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben Bunu Hak Ettim...

Bugüne kadar yazdığım en zor yazılardan biri bu.  Yanımda küçücük iki çocuk vardı maçta, sevdim onları öptüm. Hatta babası yorulmuştu da aldım onu omzuma maçı bir süre birlikte izledik. O esnada çocuğun nasıl heyecanlandığını gördüm. Bacakları kasılıyordu, boynumun sıkıştığını hissettim. Sonra bağırdı ve akabinde ellerini vücudunu titreme alacak kadar sıktı. Bu çocuk sanırım 4,5-5 yaşlarındaydı. Tam benim kızımın yaşlarında. İşte o anda aslında anlamalıydım hak ettiğimi bu belayı. Çünkü ben de çocuklarımı bu acıya götürüyorum. Onlar acıya doğru yürürken, ben her Demirspor deyişlerinde mutlu oluyorum. Her mavi-lacivert deyişlerinde mutlu oluyorum. Onlar da bana başarı videosu gönderiyorlar.   Ben böyle bir babayım işte. Çocuklarının bu tür videolarına bakıp, duygulanan mutlu olan bir babayım. Onlara mavili, armalı kıyafetler alıp ellerimle uçuruma götüren bir babayım. Tabi ki Allah belamı verecek.  Kendi isteğim dışında görev yerim değiştirildi. Ailem param...

Nesrin'in Hikayesi : "15 Saat 47 Dakika…Ve Toprak…"

Ön-Not: Nesrin Olgun Aslan’ın hikayesini yazmaya başladığımda kimi zaman soğuk bir suyun ve karanlığın içinde, kimi zaman sonunda varabildiğim bir kıyıda hissettim kendimi. Yazmaya devam ederken önce zor tutuyordum gözyaşlarımı, bir noktadan sonra akmaya başladı hepsi. Yazımı, ağlayarak bitirebildim ancak…Kendisinin web sitesinden (http://www.nesrinolgun.com) ve dönemin Hürriyet Londra Temsilcisi Faruk Zapçı’nın anılarından yararlandım, teşekkürlerimi sunuyorum…Çok uzatmadan, Nesrin’in Hikayesi’ne başlıyorum… 1964 Adana Yüzme havuzunun kenarında 7 yaşında kara kuru bir kız çocuğu duruyor. Havuzun içinde Adana Demirspor Kulübü yüzücüleri. Erkekler çoğunlukta. Küçük kız etrafına bakıyor. Sadece 4 kız çocuğu var. Nesrin, Adana Demirspor’un 4 kızından biri oluyor o gün…Giriyor havuza. 1973 – 1975 Adana Nesrin, 16 yaşında. Yüzüyor. 7 yaşında girdiği havuzdan, kısa mesafede 100’e yakın madalya ve şilt çıkartıyor. Kışları masa tenisi oynuyor, Türkiye 2.liği, Türkiye 3.lüğü var. 17 yaşında mar...

Başkan Krizi

 Sahadaki kriz en tepeye de yansıdı; Murat Sancak dün akşam başkanlığı Metin Korkmaz'a devrettiğini açıkladı. Gelişmeleri görebilmek adına biraz beklemek gerekli ama şu anda birkaç neden ve ihtimal var gibi görünüyor: Birincisi, "tamam vazgeçtim" deyip geri dönmesi; daha önce yapmıştı. İkincisi, "TFF'de FETÖcüler var" yönlü açıklamaları ve hakem camiasına eleştirilerinden dolayı çeşitli hukuki ve mali sıkıştırmalara maruz kalması. O yüzden biraz geri plana çekilmek istemiş olabilir. Metin Korkmaz eliyle yönetime devam eder. Üçüncüsü, parasının bitmiş olması ve Adana Demirspor'dan tamamen uzaklaşması. Başkan'ın en büyük sorunlarından biri iletişim stratejisinin düzgün olmaması. Attığı twitler ve açıklamalar fazla öfkeli. Çoğu zaman kötü Türkçe ile karman çorman açıklamalar yapıyor. Twitter (X) infosundaki yazılar/iddialar bile kötü yazılmış. En basitinden, Adanademirspor değil, Adana Demirspor yazması gerekli. Kulübün sosyal medya hesapları iyi yöneti...