Ana içeriğe atla

Olimpiyatlar başlarken...

Olimpiyatlar, başlangıcından bu yana politik bir oluşum olma geleneğini sürdürüyor. Münih ve Moskova gibi önemli örneklerin ardından Pekin'de olimpiyatlar yarın itibariyle başlayacak. Tibet, Mançurya, Doğu Türkistan gibi örneklerden ötürü ellerindeki kan izleri hala çıkmamış olan Çin'in, olimpiyatların ruhu olan "barış-kardeşlik" mevhumunu kendi suçlarının üzerini örtmek için kullanmasına, ayak oyunları yapmasına, sevimli görünmeye çalışmasına engel olmak gerekiyor. Yarattıkları atmosferle insanlık dostu duruş sergilemeye çalışacak Çin'e çok fazla kanmamak icabediyor. Lakin, bu duruşu oluştururken, düşülecek en büyük tuzaklardan biri olan Tibet'in aşırı mistikleştirilerek tüm dünyanın "bir köşesinde mumların yandığı, duvarında maskların asılı olduğu, tütsü kokularıyla kaplanmış, bambudan sallanan sandalyelerinde şile bezi capri giymiş-ayakları çıplak-saçları rastalı adam ve kadınlarının oturup Dalai Lama konulu sohbetler ederek yeşil çaylarını yudumladıkları bir tuhaf cenneti" olarak görmek sağlıksız bir anlayışa sebep oluyor.

Bayanlar baylar, yukarıda tırnak içinde yazdığım kısmı gönül rahatlığıyla evinizin oturma odasında gerçekleştirebilirsiniz ve size sonsuz saygı duyarım lakin sözünü ettiğimiz binbir türlü sorunu olan bir "ülke"...Dolayısıyla sizin, elinizde "Free Tibet" pankartlarıyla Beyaz Saray'ın önünde dairesel hareketlerle dönmeniz yahut Eyfel Kulesi'ne tırmanmanız, Tibet hakkında gerçekçi çözüm yolları ortaya koymadığınız sürece, "kendi düşünüzün yıkılmamasını bir başkasına dayatmak"tan öte bir yere varamıyor...Büyük ölçüde Seattle Gençliği olarak tanımlayabileceğim bu iyi niyetli ancak hayli kafasız eylemci kitlenin sürekli olarak kirlenmekte olan bir dünyada turuncu entari giymekten vazgeçmeyen kafaları kazınmış -yine iyi niyetli- bir grup mistiği yalnızca arada hatırlayarak "Allahım şükürler olsun dünya bombok ama Budist rahipler hala turuncu entari giyebiliyorlar" cümleleriyle anması ve içlerini rahatlatması da, Çin'in kendini insancıl göstermesi gibi bir insanlık ayıbı aslında.

"Tibet özgür olsun"...Olsun, elbette olsun da adamın turuncu entarisinden gayrı bir şeyi yok bu dünyada, bundan bahseden yok. İşgalci Çin'in iyi kötü yapmaya kalkıştığı altyapı çalışmalarının dışında ülke içler acısı bir durumda. Bu duruma yönelik somut adımlar atılması gerekiyor ki "Özgür Tibet" sloganımızın içi dolabilsin.

Beri yandan, tee en yukarda dediğim gibi Çin'in yegane suçu Tibet'te işlenmiş durumda da değil. Protestolar genel olarak Tibet üzerinden şekillendi, Doğu Türkistan ve Mançuryalılar sanıyorum eylemcilerin önemli bir kısmı için yeterince ilgi çekici gelmedi. Oysa ben Doğu Türkistan'da yapılanların da, yalnızca Türk kimliği üzerinden politika yapan hareketlerce değil tüm insanlıkça protesto edilmesinden yanayım. Mançurya diyip ardından "Merzifon'da yapılan bir tür ekşimikli tatlı, keşkek'in üzerine yenir, enfestir" diye ekleyiversem, "Benim bibim harika maçurya pişirirdi" diye abartsam mevcut insan nüfusunun önemli bir kısmını buna inandırabilirim bayanlar,baylar..."Doğu Türkistan" diyince yok, "Mançurya" diyince yok, "Tibet" diyince herkes ayakta, ayağa kalkış da eksikli üstelik.

Sonuç olarak, tüm bunların ışığında, olimpiyatlarda ve sonrasında Çin'in işlediği insanlık suçlarının üzerini örtmeye engel olmakla beraber, "Free Tibet" açılımını doğru yönde geliştirmek ve sağlam bir temele oturtmak gerekiyor. Yoksa işimiz iş...Neyse, bu politik kısmında sonra gelelim olimpiyatların futbolu ve Türkiye'yi içeren kısmına.

Futbol müsabakaları 4 grupta oynanacak olimpiyatlarda

Grup A
Fildişi Sahilleri
Arjantin
Avustralya
Sırbistan

Grup B
Hollanda
Nijerya
Japonya
Abd

Grup C
Çin
Yeni Zelanda
Brezilya
Belçika

Grup D
Güney Kore
Kamerun
Honduras
İtalya

Kişisel fikrim, Arjantin'in buradan birinci olarak çıkacağı yönünde. Yine de bekleyip görmek lazım, olimpik milli takımlar kimi zaman bekleneni hiç veremezken kimi zaman da gerçekten seyir zevki açısından süper maçlar çıkarabiliyorlar. Biraz da yıldız futbolcuların olimpik milli takımda yer alıp almamasıyla ilgili tabi. Umarım güzel olur...

Gelelim Türkiye'nin olimpiyatlarda yer alacak sporcularına. Kafilemiz 68 sporcudan oluşuyor. 12 branşta madalya kovalayacağız. Katılımcı listesi hayli uzun, buraya koymuyorum ufak bir Google aramasıyla ulaşılabilir. Yalnız listede ilgi çekici birkaç isim var, değinmeden geçemeyeceğim...

Elvan'a, Aurelio'ya alışmıştık, ben kişisel olarak abartılmadığı müddetçe karşı değilim. "Yalnızca iyi sporcu olduğu için Türkleştirme" politikası izlenmesini yanlış buluyorum ama sporcunun kendisinin böyle bir tercihi/talebi olması halinde de kabul edilmesinden yanayım. Sporcu gelmiş, bu ülkeye yerleşmiş, iyi olanaklar sağlanmış, kendi ülkesinden daha rahat daha insanca bir hayat sürebiliyor ve bunu Türkiye'de sürdürmeye devam etmek istiyorsa bu insanın benim apartman komşum olmasında bir yanlışlık olmadığı gibi aynı nüfus cüzdanını taşımamızda da bir tuhaflık olduğunu düşünmüyorum. Belli bir sınıra dek tabi..."Lincoln'ü/Alex'i Türk yapalım, Euro 2008'e çıkaralım" düzeyinde içten bir "Oha" diyorum, bu öneride hırsımız beynimizin önüne geçmiş oluyo zira. Velhasıl, konu hakkındaki görüşüm/sınırlarım budur. Şimdi bu doğrultuda kafilenin içindekilere şöyle bir göz atacak olursak;

Atletizmde; Elvan, Sviatlana Sudak, Alemitu Bekele Degfa; yüzmede Iris Rosenberger gibi isimler Türkiye adına yarışacaklar. Bu noktaya dek sıkıntılı hissetmiyorum kendimi. Lakin, masa tenisi ekibimizde yalnızca 2 sporcunun yer alması ve bunların isimlerinin;

"Melek Hu" ve
"Cem Zeng"

oluşu hakikaten bir "Nihohhaha" sesi çıkarttırıyor bana. "Hu"yla "Zeng"le bir tuhaf, bir komik hissediyorum kendimi. Hayır, tamam Uzak Doğulular çok başarılı masa tenisinde ama bu ülkenin devlet memurluğu yapan babaları da her yıl 15 günlüğüne gidilen devlet kamplarında hiç olmazsa öğleden sonraları bu sporla ilgileniyorlar. 1970'lerin modası kısa şortları, illaki bel çantaları ve ikinci setin ortalarında hızla çıkararak kenara fırlattıkları terlikleriyle (üstüste geçirilen 2.yaz tatilinin ardından ekseriyetle tuvalet terliği yapılırdı bunlar bir de) bu babalardan olimpik düzeyde bir sporcu çıkaramayıp ithal ettiysek hakikaten yuh bize. Boşa gitti gidecek o yaz tatilleri. Bir an önce "beton zeminde, üst taraf çıplak, kırmızıya çalan pembemsi bir ten rengiyle 'atan: iki karşılayan: sıfır' diye bağırarak oynanan bir tür voleybol uyarlaması" ve "30'dan düşmeli okey"i olimpik sporların arasında sokturmamız gerekiyor...Yazımı burada noktalarken devleti bu konuda göreve çağırıyorum...

Olimpiyatlar için herkese iyi seyirler...

Yaşasın Barış-Kardeşlik-Özgürlük!

Yorumlar

Adsız dedi ki…
süper olmuş kardeşim.
(tathar)
Adsız dedi ki…
Öyle bir yazı okudum ki hayretler içindeyim hala. Bu olimpiyat ABD'de olsaydı bu kadar sert bir yazıyı ben kaleme alamazdım, bütün anti-emperyalist düşünce yapıma rağmen.
ABD ve AB'nin, kısaca Batı medeniyeti yada tek dişi kalmış canavar diyebileceğimiz güruhun kendisine cepheden karşı çıkan SSCB ile olan savaşı bittikten sonra şimdi ulus devletleri ve kendilerine karşı denge alternatifleri düşüncesini deneyen ülkeleri (Shangay beşlisi ülkeleri, Venezuella, İran gibi)bölüp parçalayıp daha kolay yönetilebilir ve sömürülebilir devletçikler haline getirmek için en çok bu etnisizm temelli "insan hakları" safsatasını kullandığı aşikar. Bir devlette etnik veya dinsel temelli insan hakları ihlalleri olduğunu düşündürecek kargaşalar çıkarırsın, kamuoyunu yaratırsın sonra da o insan hakkı ihlallerini bahane ederek silahlı müdehale eder ve orayı "özgürleştirirsin(!)". Tıpkı Yugoslavya'nın özgürleştirildiği(!) gibi, Irak'ın özgürleştirildiği(!) gibi. Yeni dünya düzeninin ve Soros kafalı aydınların bütün argümanları bu değil mi?
Ne yaman insan hakkıymışsın!
Her ülkede gelir dağılımı ve adalet dağıtımında eşitsizlikler var, Çin'de de var elbette. Neticede bahsettiğimiz Tibet de Doğu Türkistan da Çin Halk Cumhuriyeti toprakları. Bırakalım kendi adaletsizlik sorunlarını kendi mücadeleleriyle çözsünler.
Kimse Çin'i sevmek zorunda değil, ama ben Çin karşıtlığı yapmayı şu konjonktür ve dengeler dahilinde zul addediyorum.
vertumnus dedi ki…
Tek kutuplu dünyanın ne menem bir şey olduğunu hepimiz yaşayarak görüyoruz. Kafasını kaldırıp dünyaya bakan bir insanın böyle bir uluslararası sistem içerisinde insanlığa dair kendini kötü hissetmemesi imkansız. Kutbun yegane sahibi gibi görünen ABD'nin de hal ve tavırları ("özgürleştirme") net bir biçimde ortada. Lakin tek kutbu dengelemeye çalışan alternatif ülkelerin aynı potada eritilmesi bana güç geliyor. Venezuella başka, İran başka, Çin başka, Küba bambaşka v.b. Bu ülkeleri ardarda yazıp üzerine bir grup ismi koyacak olsam "ABD karşıtı ülkeler" başlığını bile tam olarak atamıyorum, zira hepsinin "ABD karşıtı" olma durumu ve tanımı bile farklı. Bu listenin üzerine yazabileceğim şey "ABD dış politikalarının hedefi olan ülkeler" olabilir belki, bilemiyorum.

Dünyanın bu yapıdan kurtulup, tek başına kimsenin at oynatamayacağı, daha insancıl bir yer haline gelebilmesi için en azından bir dengenin oluşması gerektiği konusunda hemfikiriz. Yalnız denge oluşturma siyasetinde kiminle nasıl bir yola çıktığımız da önem taşıyor. Bir ucunda ABD’nin diğerinde Rusya-Çin’in olduğu dengelenmeye çalışan bir terazi, vakt-i zamanının ABD-SSCB terazisinden daha farklı anlamlar taşıyor. Bu terazinin, tek başına ABD’nin hüküm sürdüğü 1 kutuplu yapıya göre daha insancıl olanaklar sağlayacağı konusunda benim içim çok da rahat değil. Sanki böyle bir tabloda, denge net bir biçimde karşıtlıklar üzerinden değil de, büyük ağabeylerin dünyayı paylaşması üzerinden kurulacakmış gibi geliyor. ABD’nin Irak müdahalesine ses çıkarmamanın karşılığı olarak Tibet’e Çin müdahalesine ses çıkarılmayarak oluşturulacak bir denge…Ancak “müdahalelerin” sonunu getirebilecek bir denge değil bence. Dolayısıyla böyle bir denge siyasetinde yalnızca –her birinin karşıtlık tanımı birbirinden farklı olan- ülkelerden oluşmuş bir “ABD olmayan” kanatta ne şekilde, nasıl bir duruşla yer alınması gerektiği önem taşıyor.

ABD’nin Irak işgalini kınarken, Irak’ı badem gözlü yapmamak, Halepçe’yi hatırlamak gerekiyor. ABD-İran futbol maçında, İran ilginç bir biçimde insanlara sempatik gelebiliyor, İran’ın şeriata geçişinin ilk günlerinden itibaren ülkesindeki solculara yaptıklarını unutmamak gerekiyor. Çin’i de bu bağlamda ele alıyorum. Yazıya ve dolayısıyla olimpiyatlara dönecek olursak; ortada 1)ABD, 2)Çin, 3)Tibet, 4) “Free Tibet”çi Seattle Gençliği grupları var gibi görüyorum ben. Bu dördünün de arkasında yer almaktan, gruba dahil edilmekten hoşnut değilim. Bir “5” olmalı diye düşünüyorum. Artık ülkelerin, halkların, geçmişte yapılanların üstünü örtmekten vazgeçip, tarihleriyle yüzleşip yola dostça devam etmeleri ütopyasını destekliyorum. Hiçbir ülkenin geçmişi temiz değil, ancak bu yükü bizlerin taşıması gerekmiyor. İş ki, -bu örnekte olabileceği gibi- Çin’in üzerine olimpiyat sevimliliği maskesini, Tibet’i üzerine naif mistisizm maskesini, ABD’nün üzerine özgürleştirme maskesini geçirmesine engel olabilelim.

Herhangi bir “taraf”ı desteklerken içimizin rahat olması gerekir. “ABD karşısında Çin’i destekliyorum” cümlesi “ama” ile devam edecekse, belki de o ama’yı ortadan kaldıran, kendimize ait, herkese karşıt :)) bir yeni yol izlemeliyiz…
Adsız dedi ki…
Yazılarınızı beğeniyle takip ediyorum Vertumnus. Kaleminiz/klavyeniz gerçekten çok başarılı.

Daha güzel yazılara umarım...
vertumnus dedi ki…
Teşekkür ederim :)
Adsız dedi ki…
Bütün gençliğimin tartışmalarının odaklandığı noktaya dönüyorum şimdi. nostalji oldu biraz, teşekkürler Vertumnus.
Irak'ta ne Saddam ne Sam diyen üçüncü yol arayışçısı solcularıyla tartışmak kolay değildi. Irak topraklarına emperyalizmin işgali söz konusuyken halihazırda işgal edilen ülkenin devlet başkanı ve bir şekilde direnebilecek dengeyi yaratabilecek, vasfı tartışmaya açık, hedefteki lideri, yani Saddamı hedefe koymak üçüncü yol değil, bilakis birinci ABD yolunun tali yoluydu. ABD defolup gitsin şuralardan, Saddam'ı sen sevmemeye devam et, ben buna razıyım. Ulan adamın önce oğullarını katlediyorsun, sonra da asıyorsun! Çok şükür ABD vatandaşı değilim, çok şükür!
ABD Irak'ı işgal eder, neoliberal çevrelerden sesler yükselir, Saddam zaten diktatör, yıkılsın köpoğlusu!
ABD Yugoslavyayı parçalamaya kalkışır, bi yerlerde bi sesler yükselir, Tito'nun Yugoslavyası özgürlüklerin düşmanıdır, yıkılsın , parçalansın, mahvolsun!
ABD Romanyaya müdehale eder, bi yerlerden bi sesler yükselir, Çavuşeski zaten ahlaksız adamdı, sarayının altına kaçmak için tünel yaptırmıştı, külliyen suçlunun tekiydi, iyi ki idam oldu!
ABD ortadoğu haritasını kendi ressamlarına çizdirtmek istemektedir, kulaklarımızın pası İran'ın bölge için tehditi, Suriye'nin terörist faaliyetlere desteği haberleri ile silinir.
Tekrar ediyorum, hiç kimse Çin'i sevmek zorunda değil, ama şu olimpiyat halkalarını beş tane kelepçeye çevirmek ne böyle?
Olimpiyat abi ya!
Olimpiyat!
Semt Aşığı dedi ki…
o açılışdaki herşeyi biz bulduk siz onları geliştirdiniz tripleri çok sıktı.
Herifler "Kağıdı bulduk biz" die bile tribe girdiler ya :)

bende tuvaleti buldum ortak eserimiz tuvalet kağıdı :)

bu kadar megolamanlığı sevmiyorum ben...
vertumnus dedi ki…
Sevgili Jose Marti, gerçekten de uzun zaman önceden beri süregelen bir tartışma bu. Açıkcası ikimizin de birbirimizi ikna edebileceğimizi çok sanmıyorum :) Ama yine de denemeye değer. En güzeli, yanımıza Disconnectus Erectus'u da aldığımı bir akşam üstü bu konuyu enine boyuna Nefes'te masaya yatırmaktır derim.

Madem eski bir konuyu tartışıyoruz, eskiden kalma "içki masasında memleket kurtarma" geleneğimizi de canlandıralım yeniden :)
Adsız dedi ki…
Ben varım :)
Diskonnektus Erektus özletti kendini, memleket havası skafoidine de iyi gelir ve bomba gibi döner, umarım..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben Bunu Hak Ettim...

Bugüne kadar yazdığım en zor yazılardan biri bu.  Yanımda küçücük iki çocuk vardı maçta, sevdim onları öptüm. Hatta babası yorulmuştu da aldım onu omzuma maçı bir süre birlikte izledik. O esnada çocuğun nasıl heyecanlandığını gördüm. Bacakları kasılıyordu, boynumun sıkıştığını hissettim. Sonra bağırdı ve akabinde ellerini vücudunu titreme alacak kadar sıktı. Bu çocuk sanırım 4,5-5 yaşlarındaydı. Tam benim kızımın yaşlarında. İşte o anda aslında anlamalıydım hak ettiğimi bu belayı. Çünkü ben de çocuklarımı bu acıya götürüyorum. Onlar acıya doğru yürürken, ben her Demirspor deyişlerinde mutlu oluyorum. Her mavi-lacivert deyişlerinde mutlu oluyorum. Onlar da bana başarı videosu gönderiyorlar.   Ben böyle bir babayım işte. Çocuklarının bu tür videolarına bakıp, duygulanan mutlu olan bir babayım. Onlara mavili, armalı kıyafetler alıp ellerimle uçuruma götüren bir babayım. Tabi ki Allah belamı verecek.  Kendi isteğim dışında görev yerim değiştirildi. Ailem paramparça oldu. Ta

Başkan Krizi

 Sahadaki kriz en tepeye de yansıdı; Murat Sancak dün akşam başkanlığı Metin Korkmaz'a devrettiğini açıkladı. Gelişmeleri görebilmek adına biraz beklemek gerekli ama şu anda birkaç neden ve ihtimal var gibi görünüyor: Birincisi, "tamam vazgeçtim" deyip geri dönmesi; daha önce yapmıştı. İkincisi, "TFF'de FETÖcüler var" yönlü açıklamaları ve hakem camiasına eleştirilerinden dolayı çeşitli hukuki ve mali sıkıştırmalara maruz kalması. O yüzden biraz geri plana çekilmek istemiş olabilir. Metin Korkmaz eliyle yönetime devam eder. Üçüncüsü, parasının bitmiş olması ve Adana Demirspor'dan tamamen uzaklaşması. Başkan'ın en büyük sorunlarından biri iletişim stratejisinin düzgün olmaması. Attığı twitler ve açıklamalar fazla öfkeli. Çoğu zaman kötü Türkçe ile karman çorman açıklamalar yapıyor. Twitter (X) infosundaki yazılar/iddialar bile kötü yazılmış. En basitinden, Adanademirspor değil, Adana Demirspor yazması gerekli. Kulübün sosyal medya hesapları iyi yöneti

Demirspor Taraftarı Ayakta

 Adana Demirspor taraftarı, kendisini küme düşürmekle tehdit eden eski Başkanlarına karşı yaptığı açıklamalarla tavrını gösterdi. Umut Düşkün'ün başlattığı açıklama silsilesi, Şimşekler Grubu 'nun diğer liderleri, Ankara Tayfası , İzmir Tayfası ve diğer oluşumların net tavırları ile güçlendi. Ortak ses, kimse Demirspor'dan üstün değildir ve Demirspor tribünüyle vardır şeklindeydi. Yıllardır alt liglerde mücadele etmiş bir camiaya bu tehdit sökmedi.