Az önce baş belası olarak lanse edilen twitter üzerinden okudum ve mutlu oldum. Onca direnişten sonra Adana'da sağduyu kazanmış. Polis çekilmiş. Polisin çekilmesi ile birlikte olaylar bıçak gibi kesilmiş. Demek ki; insanlar patlama anlarında baskılanmasalar, ses vermelerine izin verilse, dar kalıplara sokulmaya zorlanmasa gergin ortamlardan bayramlar yaratmak mümkün olacak. Demek ki, aslında artan gerilimin sorumlusu halk değil, Adana direndi ve kazandı. Umarım kalıcı olur.
Yaşayanlarda ağır travma yaratan Güngören maçından bahsedeceğim ülkemizde yaşanan olaylar doğrultusunda. Tribün psikolojisi ile bakacağım Türkiyeme.
Konya'da yılların yıkımını atma imkanı elimizin altındaydı. İnanılmaz bir taraftar üstünlüğümüz vardı. Her şey lehimizeydi. Karaktersiz başrol oyuncuları dışında. Son dakikalarda yediğimiz gol sonrasında yaşanan yıkımın tarifi yoktu. Hak etmediğimiz liglerde, hak etmediğimiz sahalarda, hak etmediğimiz isimlerle oynamaktan bıkmış, arzulu bir taraftar ile Konya'da idik. O yıkım insanlarda başlı başına bir hüzün kaynağı iken insanlar tepkisel olarak koltukları kırmaya başladı. Kırılan koltuklar isyan duygusu ile sahaya atılıyordu maçın bitimi ile birlikte. Tribüne zarar veriliyor ama insanlar zarar görmüyordu. Ne olduysa ondan sonra oldu. Genci, yaşlısı, sağlıklısı, hastası, kadını, çocuğu bir kafeste yıkık bir halde iken polis olaya müdahale etti. Kafese biber gazı sıktı. Öncesinde kendisine maskeyi takmayı ihmal etmeden tabi ki.
İnsanların kaçacak yeri yoktu. Ne oldu, birbirini ezdiler. Ne oldu, koltuklar yağdırdılar polisin üstüne. Ne oldu, tribün tellerine yüklendiler telleri yıkıp kendilerini sahaya attılar. Çünkü yaşamak için nefes almak gerekiyordu. Mecburlardı telleri yıkmaya. O teller yıkıldıktan sonra o insanların karşısında ne polis durabilirdi ne başka bir kuvvet. Nitekim ortadan kayboldular akıllılık ederek. İnsanlarda gazlı acılarını kustular yeşil sahaya. Biberli gözyaşlarını, hasretlerini akıttılar zemine ve ağlaya, inleye döndüler evlerine. Polis müdahale etmese zaiyat koltuklardan ibaret olacaktı, polis müdahale etti, koltuk zaiyatına yaralı insanlar ve yıkılan tribün telleri, kırılan kapılar eklendi.
Bu kez ortada aslında bir acı da yoktu. Bir heves vardı. Barışçı bir gösteri vardı. Verilen bir zarar yoktu. Sembolik olarak söyleyeyim kırılan koltuk yoktu.
Polis müdahale etti, ne oldu? Ne oldusu var mı, barış alanları yok oldu. Artık üzülerek söylüyorum ki, tek başına polis üniforması ile gezmek güvenilir olmaktan çıktı ülkemde. Benim canımı korumakla görevli devletin polisi (hükümetin mi demeliyim yoksa) benim canımı yakmakla meşgul oldu. Belki elindeki gaz stoğu ile, jop stoğu ile, bombalarla, silahlarla, devlet gücüyle (hükümet mi demeliyim yoksa) bu eylemleri bastıracaktır kolluk kuvvetleri. Ancak bir yanlışları var, artık insanların güvenini kaybettiler. Açtıkları yarayı asla kapatamayacaklar. İnsanlara kendi ülkesinde güvenle yaşanamayacağını, tek dayanağının kendisi olduğunu acı bir şekilde anlattılar. Yetmedi, onların olmadığı yerlerde asayişin sağlanması, bayram havasının yaşanması sonrasında rollerini de yitirdiler.
Çıkıp biz emir kuluyuz deseler, hukukun açık kuralıdır, konusu suç olan emir uygulanmaz. İnsanın fiziki bütünlüğüne zarar verecek müdahale suçtur. Kendi ülkesinin vatandaşına, alışveriş yaptığı bakkala, saçını kestirdiği berbere, yemek yediği lokantaya, çayını içtiği çaycıya, hiçbiri siyasetçi olmayan insanına karşı suç işlediler.
Halkı, Güngören maçındaki gibi bir kafese alıp, müdahale ettiler. Halkı boğdular, şimdi kendileri de çok iyi biliyorlar, yapmasalardı bunu, oluşacak zararın kat be kat fazlasını verdiler. Barış tohumlarının üstünü çiğnediler.
Umarım toprakta çiğnenen tohumlar alınır, polisler bırakır miğferlerini, o miğferlerde yetişir çiçekler. Umarım, umarım...
Yorumlar