Ana içeriğe atla

Stockholm #

Bizim ile aynı renklere sahip Djurgarden ile dostluğumuzu biliyorsunuzdur. Önceki yazıları okuyup detaylı bilgi almak için buraya tıklayın

Ben de bu nedenle İsveç'te idim. 2 gün üst üste Stockholm’da derbi izleme şansına sahip oldum. Çok uzun zamandır olmayan bir şeymiş. O yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum. İsveç’in en önemli iki maçını izledim, ikisi de Stockholm derbisi. AIK Stockholm ile Djurgarden arasında oynanan birisi futbol, diğeri ise İsveç’te en az futbol kadar ilgi gören ‘’Buz Hokeyi’’ maçı.Ve orada yaşadıklarımı sizlere birkaç başlık altında anlatmaya çalışacağım. Bu arada iki maçı da yenip double yaptığımızı önceden belirteyim 

İlk yazımda genel olarak yolculuk anıları, Stockholm, İsveçliler, yemek kültürü, iklim vb hakkında bilgi vermeye çalışacağım.Daha sonraki yazılarda da İsveç futbolu, taraftar kültürü, holigan ve ultras kavramları, buz hokeyi nasıl bir şey... Bunları anlatmaya çalışacağım.

Maceralı bir yolculuk yaptığımı söyleyebilirim. Uçak geriatri servisi gibiydi. Tamamen yaşlı isveçlilerle doluydu. Nitekim yolda bir anons geldi; ''Aranızda medikal doktor varsa kendisini kabin ekibine tanıtması rica olunur.'' Tanıtsan bir türlü, tanıtmasan bir türlü. İşin sorumluluğu var. Adamlar değişik insanlar, sistem bizdeki gibi değil. Neyse sesimi çıkarmadım. Bu arada 23 A 'da oturuyorum ben. 2 dk sonra baktım ki benim 2 yanımdaki kadın, yani 23 D'deki kadın nefes darlığı çekiyor. Anons onun içinmiş. Mecburen deşifre olmak durumunda kaldım. Akciğer hastalığı olan 78 yaşındaki MArgarete Teyze, senin ne işin var Türkiye'de. Git torunlarını sev, onlarla vakit geçir. Acil çantasını açtırmak için doktor gerekiyormuş. Mecburen açtırdım, kan oksijenini gösteren küçük bir aletle oksijene bakıp, nabız falan durumu idare ettik. Göğüs ağrısı vb birkaç şey sordum. Acil bir şey yoktu allahtan. Ama bir şey atlayıp da sorumlu duruma düşmemek için çok kastım. Birinin de migreni tuttu. İlaç verdik. Kabin şefi gelip defalarca teşekkür etti, çünkü acil iniş yapabilirlerdi :) Bu arada saygı ve izzet ikram güzeldi. Uçakta böyle; ama havaalanına inince pasaport kontrolündeki kuduz kadına çattım. Saçmasapan sorular sordu. Sordukça sordu, uzattıkça uzattı. Soğuk kanlı olmaya çalıştım ama pek beceremedim. Oraya kadar gitmişim ve vizem var, on tane eski vizem var.Daha neyin mücadelesini veriyorsun :)

Bizdeki Havaş sistemine benzer bir sistem ile şehir merkezine indim. Şehir merkezinde merkez otogara iniyorsunuz. Arkadaşlar Djurgarden ice hockey maçında oldukları için 2 saat o civarda vakit geçirmek durumunda kaldım. Bu arada etrafı biraz turlayıp fotograf çektim. Yürüyüş yarışması gibi bir şeyler vardı, ona denk geldim. Onu izledim biraz. Arada bisiklet yarışmaları, yürüyüş yarışmaları vb oluyormuş.

Çektiğim birkaç fotograf







Sıcaklık 14-15 derece, nem %60 civarı idi. Bizim Adana kışı gibiydi. Akşam uyurken ben uzun kollu birkaç şey giyerken arkadaşlar hiçbir şey giymiyorlardı. Çok dalga geçtiler benimle. Hava sabah kaçta aydınlandı bilmiyorum ama akşam 7 den sonra karardı. Kışın sadece birkaç saat aydınlık olurmuş. Sıcaklık - 20 'lerde olabilirmiş.Gittiğim günden beri güneş görmedim diyebilirim. Az daha kalsaydım ben de sapsarı dönerdim :)


İnsanların % 80'i sarışın. Ama arada esmerler ve tek tük de olsa zenciler de vardı.Daha çok göçmenlermiş onlar.Ama İsveç'te doğunca zaten oranın kimliğini edindikleri için aynı haklara sahipler.

Çoğunun boyu çok uzun. Kızların fizikleri çok güzel. Herkes mavi gözlü.Çocukları inanılmaz tatlı. Özellikle 2-3 yaşlarındaki kız çocukları. Saçları upuzun,öyle böyle değil Çok tatlılar.

Adanalı olunca yemek çok sıkıntılı idi benim için. Yağları farklı geliyor,kokuyor. Suyu bile farklı geliyor. Öyle olunca çok zorlandım. Biraz aç kaldım diyebilirim. Ekmek yok, kahvaltı anlayışı yok.Köfte ve patates püresi meşhurmuş. Domuz eti olduğu için yemedim ben. Gelsinler biz onlara yemeğin, kebabın, köftenin kralını yedirelim :) Stockholm'de dönerci çok nadir. Döneri de zaten kebap diye iteliyorlar bütün avrupa ülkelerinde :) O da bir şeye benzese.

Bana biraz da ilginç gelen belirli bir kültürlerinin olmaması. Mesela biz Türklerin bir ton değişik örf adetleri , kültürleri var. Onlar birkaç yerden esinlenmişler, daha çok İngiliz kültürünü almaya çalışmışlar gibi.Ama tipik bir isveçli yok gibi. Tabi kısa süreli kaldığım için tam anlayamamış da olabilirim.

Evlenme oranı biraz düşükmüş. Birlikte yaşıyorlar, çocuk yapıyorlar. Çok ayrıldıkları için bizdeki gibi törenle pek evlenmiyorlarmış. Nüfus genelde yaşlı.

Toplumun % 5 kadarı dindarmış, kiliseye gidermiş. Polonyadaki gibi katı katoliklik yok. İsviçre'ye benziyorlar biraz.

Almanya veya Avusturya gibi Türklerin çok yaşadığı ülke değil İsveç. Türk kendini 500 metreden belli ediyor zaten. Taksi şoförlerinin çoğunluğu Kürt kökenli. Orada öyle bir piyasa edinmişler, taksileri almışlar.Nerelisin diye sorulduğunda Kürdistan diyorlarmış. Süryani kökenliler de varmış. Daha önce yazmıştım Assyriska ve Syrianska takımları süryani takımı.İsimlerinden de anlaşılıyor.

Para birimleri İsveç Kron'u. Euro'ya geçmemişler. Yarım kilo üzüm 15 TL, 500 ml kola 5 TL, ortalama bir öğle yemeği 25 TL, tek yön bir metro 10 TL. MEtro özelleştirilmiş. Fransızlara verilmiş ihale. O yüzden o kadar pahalıymış. İnsanlar nefret ediyor bu durumdan.Bekarlar sadece 1 oda belki 1+1 evlerde kalıyorlar.Ortalama 300.000-450.000 TL arası imiş o ev fiyatları.

Otobüslere insanlar tek hamlede çocuk arabalarıyla binebiliyor. Akülü tekerlekli sandalyelerle insanlar alışverişe çıkıyor. Her yer özürlülere uygun yapılmış.Her yerde bisiklet yolu var.

Orta yaş ve üstü insanlar gerçekten asil görünüyor.Kaliteli giyiyor, elitler. Kültürlü ve ağırlar.Her yerde okuyorlar.Bir duruşları var belli. Anladığım kadarıyla yeni yetişen neslin de hiçbir amacı yok.Alkol, kız arkadaş, yaşamak...Ailelerinden kopuyorlar, düzgün evlilikleri de yok. Yani boşun oğlu :) Belki o kültürü ilerde ediniyorlardır ya da ben anlayamamışımdır .O yüzden çok kesin söylememek lazım.


Sonraki yazı: Stockholm 2# Maç öncesi hazırlık: Pankart, kareografi...

Yorumlar

serdanka dedi ki…
Ellerine sağlık doktor :) Devamını merakla bekliyorum...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben Bunu Hak Ettim...

Bugüne kadar yazdığım en zor yazılardan biri bu.  Yanımda küçücük iki çocuk vardı maçta, sevdim onları öptüm. Hatta babası yorulmuştu da aldım onu omzuma maçı bir süre birlikte izledik. O esnada çocuğun nasıl heyecanlandığını gördüm. Bacakları kasılıyordu, boynumun sıkıştığını hissettim. Sonra bağırdı ve akabinde ellerini vücudunu titreme alacak kadar sıktı. Bu çocuk sanırım 4,5-5 yaşlarındaydı. Tam benim kızımın yaşlarında. İşte o anda aslında anlamalıydım hak ettiğimi bu belayı. Çünkü ben de çocuklarımı bu acıya götürüyorum. Onlar acıya doğru yürürken, ben her Demirspor deyişlerinde mutlu oluyorum. Her mavi-lacivert deyişlerinde mutlu oluyorum. Onlar da bana başarı videosu gönderiyorlar.   Ben böyle bir babayım işte. Çocuklarının bu tür videolarına bakıp, duygulanan mutlu olan bir babayım. Onlara mavili, armalı kıyafetler alıp ellerimle uçuruma götüren bir babayım. Tabi ki Allah belamı verecek.  Kendi isteğim dışında görev yerim değiştirildi. Ailem param...

Başkan Krizi

 Sahadaki kriz en tepeye de yansıdı; Murat Sancak dün akşam başkanlığı Metin Korkmaz'a devrettiğini açıkladı. Gelişmeleri görebilmek adına biraz beklemek gerekli ama şu anda birkaç neden ve ihtimal var gibi görünüyor: Birincisi, "tamam vazgeçtim" deyip geri dönmesi; daha önce yapmıştı. İkincisi, "TFF'de FETÖcüler var" yönlü açıklamaları ve hakem camiasına eleştirilerinden dolayı çeşitli hukuki ve mali sıkıştırmalara maruz kalması. O yüzden biraz geri plana çekilmek istemiş olabilir. Metin Korkmaz eliyle yönetime devam eder. Üçüncüsü, parasının bitmiş olması ve Adana Demirspor'dan tamamen uzaklaşması. Başkan'ın en büyük sorunlarından biri iletişim stratejisinin düzgün olmaması. Attığı twitler ve açıklamalar fazla öfkeli. Çoğu zaman kötü Türkçe ile karman çorman açıklamalar yapıyor. Twitter (X) infosundaki yazılar/iddialar bile kötü yazılmış. En basitinden, Adanademirspor değil, Adana Demirspor yazması gerekli. Kulübün sosyal medya hesapları iyi yöneti...

Nesrin'in Hikayesi : "15 Saat 47 Dakika…Ve Toprak…"

Ön-Not: Nesrin Olgun Aslan’ın hikayesini yazmaya başladığımda kimi zaman soğuk bir suyun ve karanlığın içinde, kimi zaman sonunda varabildiğim bir kıyıda hissettim kendimi. Yazmaya devam ederken önce zor tutuyordum gözyaşlarımı, bir noktadan sonra akmaya başladı hepsi. Yazımı, ağlayarak bitirebildim ancak…Kendisinin web sitesinden (http://www.nesrinolgun.com) ve dönemin Hürriyet Londra Temsilcisi Faruk Zapçı’nın anılarından yararlandım, teşekkürlerimi sunuyorum…Çok uzatmadan, Nesrin’in Hikayesi’ne başlıyorum… 1964 Adana Yüzme havuzunun kenarında 7 yaşında kara kuru bir kız çocuğu duruyor. Havuzun içinde Adana Demirspor Kulübü yüzücüleri. Erkekler çoğunlukta. Küçük kız etrafına bakıyor. Sadece 4 kız çocuğu var. Nesrin, Adana Demirspor’un 4 kızından biri oluyor o gün…Giriyor havuza. 1973 – 1975 Adana Nesrin, 16 yaşında. Yüzüyor. 7 yaşında girdiği havuzdan, kısa mesafede 100’e yakın madalya ve şilt çıkartıyor. Kışları masa tenisi oynuyor, Türkiye 2.liği, Türkiye 3.lüğü var. 17 yaşında mar...