Normal sezon sona erip, son haftaya rahat bir şekilde girerken, sezonun muhasebesine "durmak" gerek. Belki biraz erken; önümüzde gelecek sezonki konumumuzu belirleyecek ekstra play-off'lar var. Sezonun muhasebesini oradan gelecek sonuca bağlamak istemedim. Nedense, oradan gelecek sonucun pek bir önemi yok diye düşünüyorum. Tabii ki şampiyonluk bizi çok mutlu edecek ama olası bir kötü sonuç da beni kahretmeyecek. Genel bir giriş yaparak, bu noktaya nasıl geldik, sezonda neler öne çıktı; kendi adıma değerlendirmek istiyorum. Daha detaylı ve kronolojik bir analiz geyik1940 hanım'ın kaleminden çıkabilir.
* Sondan başlamak gerekirse, bu yılın en büyük başarısı, gençlerin ilk 11'de yer bulması oldu. Son haftanın kadrosuna baktığımızda, 1992'li Ömer'i, 87'li Sedat'ı, 92'li Mustafa Taşkın'ı, 91'li Ferami'yi görüyoruz. Keza yedeklerde, 91'li Hasan, 93'lü Serdar, ve yine 93'lü İbrahim var. Klasman grubunun başından beri, başta kaleci Ömer olmak üzere, bu isimlerden birkaçı düzenli olarak kadroya girdi ve sahaya çıktı.
Demek ki, gençlerden oluşan bir kadroyla da başarı gelebiliyormuş.
Varsın hatalı gol yesinler, penaltıya sebebiyet versinler, kendi kalelerine gol atsınlar; bu hataları 77'li-78'li bir topçunun yapmasındansa onların yapmasını tercih ederiz.
Umulur ki gelecek senenin kadrosu, yine gençlerle deneyimlerinin iyi bir şekilde dengelendiği ve tüm kategorilerde başarılı olan altyapımızca desteklenir şekilde oluşsun.
Gençlerin kadroya girmelerini teşvik etmek, onlara güven aşılamak, bu konuyu gündemde tutmak noktalarında bu blogun önemli bir katkısı olduğunu da vurgulamak gerek. Tabii ki asıl rol, onlara güvenerek forma veren teknik direktör Hüseyin Özcan ile bu vizyonu sahiplenen başkan Bekir Çınar ve yönetiminde.
* 2009-10 sezonu birkez daha yönetim krizleriyle geçti. Daha önce krizden ve kritikten bahsetmiştim. Bir türlü nerede olduğumuzu, ne yapacağımızı konumlandıramadık; bu aylar süren bir güç kaybına neden oldu. Yine çokça olağanüstü kongre yaptık, isimler havada uçuştu. Sözler söylendi ama eylem yoktu.
Bu yılın en kritik müdahalelerinden birini, kongreler sürecinde Bekir Çınar lehine ağırlığını koyan Şimşekler Grubu yaptı. Bu kriz anında tarafını belli ederek, olaya doğrudan müdahil olarak kongrelerin gidişatını etkilediler.
Taraftar, büyük çoğunuluğu ile, Çınar'ın istifasını kabul etmedi. Öte yandan Çınar'la bu iş olmaz diyenler de az değildi. Sonuçta birçok açıdan başarısız olan bir yönetim ve takım vardı ortada. Peki çözüm neydi? Krizin devamından, süregiden başarısızlıklardan, ve genel olarak Demirspor'un başarısızlığından beslenen bir kesimin olduğu ortadayken, Çınar'a verilen desteği olumlu buluyorum. Aksi durum, parazitlerin beslenmesinden başka birşeye yaramayacaktı. Kaldı ki Çınar, başta bu blog olmak üzere çeşitli eleştirilere ve önerilere kulak veren, taraftarın sesini dinleyen, yenilikçi bir vizyona sahipti.
Öte yandan eski (başarısız) başkanlar, daha yaptıklarının acısı, onlara duyulan güvenin sancısı bitmeden, kurtarıcı gibi ortaya çıktılar. Bizim onlar konusundaki tavrımız en baştan beri belirgin. Geçmiş yazılar kurcalanabilir bunun için. Gökoğlu ve Tuncel soyadları, mümkünse bu kulüple birlikte anılmasın bir daha.
Çınar'ın çeşitli engellemelere ve belki de kendilerine rağmen birkez daha göreve gelmesi, bu görevi taraftarın desteği ile edinmesi, yaşanacak süreci pamuk ipliğine bağlıyordu. Sportif başarısızlık, bu ipin boyna dolanması için yeterli sebepti. Neyse ki genç kadro, Çınar'ı mahçup etmedi. Ama Çınar'ın en büyük eksikliği, sürekli planlanan ama bir türlü gerçekleşemeyen ya da beklenen sonucu vermeyen projelerdi. Bir proje yığınına dönüşen camiada işlerin istikrarlı şekilde ilerlememesinin en büyük nedenlerinden biri de eski yöneticilerin ve başkanların gidişata sürekli müdahale etmeleriydi. Başta Adem Atılgan olmak üzere, "Aytaç Duraksız hiç birşey olmaz"cılar ekibi, camianın kendi dinamikleriyle bir adım ileri gitmesini engellemek için ellerinden geleni yaptılar; taraftar ve grup üzerindeki oyunlarını da eksik etmediler, doğrudan karalama kampanyaları yürüttüler.
Bu süreçte yerel basın her zamanki gibi, süreci olumlu etkileyecek hiçbir şey yapmadı. Tersine, suskunluklarıyla krizi artırdılar. Tabii bunun nedeni açıktı. Tavırlarını göstermeyerek, olası bir yönetim değişikliğinde, her zaman yaptıkları gibi gücün ve güçlünün yanında yer alıp, "padişahım çok yaşa" diyebilmekti.
Aynı basın, transfer yapılması konusundaki baskısıyla, geçmişteki hataların tekrarlanması için bolca çabaladı. Sahaya çıkan gençlere güvensizliklerini dile getirdiler. Takımın transfersiz küme düşeceğini iddia ettiler. Düşer dedikleri takımın geldiği nokta ortada... Yerel basınımızın ileri görüşlülüğü ve analiz gücü de...
İkinci bölüm; yarın...
* Sondan başlamak gerekirse, bu yılın en büyük başarısı, gençlerin ilk 11'de yer bulması oldu. Son haftanın kadrosuna baktığımızda, 1992'li Ömer'i, 87'li Sedat'ı, 92'li Mustafa Taşkın'ı, 91'li Ferami'yi görüyoruz. Keza yedeklerde, 91'li Hasan, 93'lü Serdar, ve yine 93'lü İbrahim var. Klasman grubunun başından beri, başta kaleci Ömer olmak üzere, bu isimlerden birkaçı düzenli olarak kadroya girdi ve sahaya çıktı.
Demek ki, gençlerden oluşan bir kadroyla da başarı gelebiliyormuş.
Varsın hatalı gol yesinler, penaltıya sebebiyet versinler, kendi kalelerine gol atsınlar; bu hataları 77'li-78'li bir topçunun yapmasındansa onların yapmasını tercih ederiz.
Umulur ki gelecek senenin kadrosu, yine gençlerle deneyimlerinin iyi bir şekilde dengelendiği ve tüm kategorilerde başarılı olan altyapımızca desteklenir şekilde oluşsun.
Gençlerin kadroya girmelerini teşvik etmek, onlara güven aşılamak, bu konuyu gündemde tutmak noktalarında bu blogun önemli bir katkısı olduğunu da vurgulamak gerek. Tabii ki asıl rol, onlara güvenerek forma veren teknik direktör Hüseyin Özcan ile bu vizyonu sahiplenen başkan Bekir Çınar ve yönetiminde.
* 2009-10 sezonu birkez daha yönetim krizleriyle geçti. Daha önce krizden ve kritikten bahsetmiştim. Bir türlü nerede olduğumuzu, ne yapacağımızı konumlandıramadık; bu aylar süren bir güç kaybına neden oldu. Yine çokça olağanüstü kongre yaptık, isimler havada uçuştu. Sözler söylendi ama eylem yoktu.
Bu yılın en kritik müdahalelerinden birini, kongreler sürecinde Bekir Çınar lehine ağırlığını koyan Şimşekler Grubu yaptı. Bu kriz anında tarafını belli ederek, olaya doğrudan müdahil olarak kongrelerin gidişatını etkilediler.
Taraftar, büyük çoğunuluğu ile, Çınar'ın istifasını kabul etmedi. Öte yandan Çınar'la bu iş olmaz diyenler de az değildi. Sonuçta birçok açıdan başarısız olan bir yönetim ve takım vardı ortada. Peki çözüm neydi? Krizin devamından, süregiden başarısızlıklardan, ve genel olarak Demirspor'un başarısızlığından beslenen bir kesimin olduğu ortadayken, Çınar'a verilen desteği olumlu buluyorum. Aksi durum, parazitlerin beslenmesinden başka birşeye yaramayacaktı. Kaldı ki Çınar, başta bu blog olmak üzere çeşitli eleştirilere ve önerilere kulak veren, taraftarın sesini dinleyen, yenilikçi bir vizyona sahipti.
Öte yandan eski (başarısız) başkanlar, daha yaptıklarının acısı, onlara duyulan güvenin sancısı bitmeden, kurtarıcı gibi ortaya çıktılar. Bizim onlar konusundaki tavrımız en baştan beri belirgin. Geçmiş yazılar kurcalanabilir bunun için. Gökoğlu ve Tuncel soyadları, mümkünse bu kulüple birlikte anılmasın bir daha.
Çınar'ın çeşitli engellemelere ve belki de kendilerine rağmen birkez daha göreve gelmesi, bu görevi taraftarın desteği ile edinmesi, yaşanacak süreci pamuk ipliğine bağlıyordu. Sportif başarısızlık, bu ipin boyna dolanması için yeterli sebepti. Neyse ki genç kadro, Çınar'ı mahçup etmedi. Ama Çınar'ın en büyük eksikliği, sürekli planlanan ama bir türlü gerçekleşemeyen ya da beklenen sonucu vermeyen projelerdi. Bir proje yığınına dönüşen camiada işlerin istikrarlı şekilde ilerlememesinin en büyük nedenlerinden biri de eski yöneticilerin ve başkanların gidişata sürekli müdahale etmeleriydi. Başta Adem Atılgan olmak üzere, "Aytaç Duraksız hiç birşey olmaz"cılar ekibi, camianın kendi dinamikleriyle bir adım ileri gitmesini engellemek için ellerinden geleni yaptılar; taraftar ve grup üzerindeki oyunlarını da eksik etmediler, doğrudan karalama kampanyaları yürüttüler.
Bu süreçte yerel basın her zamanki gibi, süreci olumlu etkileyecek hiçbir şey yapmadı. Tersine, suskunluklarıyla krizi artırdılar. Tabii bunun nedeni açıktı. Tavırlarını göstermeyerek, olası bir yönetim değişikliğinde, her zaman yaptıkları gibi gücün ve güçlünün yanında yer alıp, "padişahım çok yaşa" diyebilmekti.
Aynı basın, transfer yapılması konusundaki baskısıyla, geçmişteki hataların tekrarlanması için bolca çabaladı. Sahaya çıkan gençlere güvensizliklerini dile getirdiler. Takımın transfersiz küme düşeceğini iddia ettiler. Düşer dedikleri takımın geldiği nokta ortada... Yerel basınımızın ileri görüşlülüğü ve analiz gücü de...
İkinci bölüm; yarın...
Yorumlar