Kulübümüz bu yıl bir ilki gerçekleştirerek bir mediatörle anlaştı: Deniz Kite. Kendi alanında son derece deneyimli bir isim olduğu söyleniyor. Gelişi -benim pek de anlam veremediğim bir biçimde- büyük bir sevinçle karşılandı. Biraz aşağıda Onur'un yazısında görülebileceği üzere, bizimle de paylaştığı anılarından anladığımız kadarıyla işe girişmiş bulunuyor. Blogu da takip ettiğini düşünerek (ya da görev tanımı itibariyle takip etmesinin uygun olacağını düşünerek) kendi fikirlerimi ve sorularımı aktarmak isterim.
Öncelikle, mediasyonu kabaca pazarlama - satış - satış teknikleri - kişisel gelişim- kalite yönetimi - 6 sigma - markalaşma - müşteri odaklılık - CRM - inovasyon - v.b. v.b. biçiminde devam etmekte olan zincirin yatay ya da dikey eklemlerinden biri olarak görme eğiliminde olduğumu belirteyim. Biraz hukuk, biraz iletişim, biraz "duygu yönetimi", belki biraz insan ilişkileri üzerine bir feng shui denemesi...En nihayetinde henüz "yeni" olduğunu söyleyebileceğimiz bir kavram. Eklemlendiği zincirin diğer tuhaf öğelerinden farklı olmayan bir biçimde, temelinde insana, insan duygularına ve davranışlarına müdahale ederek, onları "kendi açısından doğru olduğunu düşündüğü" bir başka tarzda yeniden yapılandırmaya çalışan bir "öğreti"...Bir tür insan-yapıbozumu.
İnsanın, kendi duygu ve davranışlarına kendisinin tamamen dışında, profesyonel bir mecradan müdahale edilmesine gereksinim duyması hiç de "insani" değil, açık söylemeliyim. Mevcut yaşantımızda, gün geçtikçe aptallaştırılıyor oluşumuzla yakından alakalı...Dönüştüğümüz "şey", gün geçtikçe "birey" olmaktan uzaklaşmakta. Düşünme yetilerimizi, hislerimizi kaybetmemiz öngörülüyor. O klişe tabirle "sistemin çarklarından biri" olmamız isteniyor. Eh, gün geçtikçe paşa paşa oluyoruz biz de. Belli bir noktadan sonra yukarıda bahsettiğim o tuhaf zincirin tuhaf halkaları, bizim "gereksinimimiz" haline geliyor/getiriliyor.
Gereksinimin ortaya çıkışını CRM ile örneklendireyim; aptallaşma şirketler bünyesinde ele alındığında, büyüme ile beraber bu defa bir tür körlük yaratmaya başlıyor. Aptallaştırılmış insan yığınlarından mütevellit şirketler, devasa plazalar haline geldiklerinde yaşadıkları müşteri körlüğü, CRM tabir edilen "disiplin"in ortaya çıkmasına neden oluyor. Diyelim ki benim mahallemdeki bakkalımla kurduğum naif bir ilişkim var. Bakkal Amca benim doğum günümü bilir, kutlar. Bakkal Amca, her Pazar bir Radikal, bir Bir Gün aldığımı bilir, beni tanır ve gittiğim bir Pazar "Bugün Evrensel'de de önemli bir yazı var, al istersen" diyerek bana hoşluk yapar. Bakkal Amca, tükettiğim biradan haberdardır, bana "6'lı kutu alırsan fıstık hediyesi var" biçiminde "kampanya" yapar...Bakkal Amca'yla aramızda kurulan insani ilişki, gün geçtikçe benim eğilimlerimi belirlemesine yarayan "sosyal" bir veri tabanı yaratmıştır zira, bu veri tabanını kullanması benim hoşuma gider. Gel gör ki, benzer bir işlemi kredi kartı ekstrelerim üzerinden elde ettiği veri tabanıyla, bana "bir şey satmak" için kullanan bir bankanın, her doğum günümde cep telefonuma attığı kutlama mesajları tam ters uçta ciddi sinir sahibi olmama neden olur. CRM, devasa plazaların, tek taraflı olarak benim bakkalım olmaya çalışmalarından başka bir şey değildir, üstelik ben onlara hiç de insani bir yaklaşımda bulunmamışken ve üstelik ilişkiler üzerinden sosyal bir veri tabanı değil slipler üzerinden dijital bir veri tabanı yaratmışken...
Neyse, gelelim mediasyona. CRM'e duyulan gereksinime benzer bir biçimde, söz konusu olan "anlaşmazlık"lar olduğunda, bu anlaşmazlığı halledeceğine inanılan disiplin olarak kendini ortaya koyuyor mediasyon. Şirketler arası anlaşmazlıklardan tutun, boşanma davalarına kadar birçok farklı dalda uygulamalarını görmek mümkün. "Arabuluculuk" tabiri de kullanılıyor kimi zaman mediasyon yerine. Deniz Kite'nin web sitesinde de vardı sanırım bir örnek: Japonya'da bir ortakla Belçika'da bir firmaya iş yapan Almanya'da yerleşik tüzel kişinin yaşayabileceği bir sorunda hangi mahkeme devreye girecek, hangi yasaya göre işlem yapılacak, ne kadar sürecek? gibi sorular oluştuğu anda devreye mediasyon giriyor, arabuluculuk ediliyor. Şirketlerin ve sınırların olmadığı bir dünyada yaşama özlemini geçtim, mevcut uluslararası hukuk sisteminin düzeltilmesi gereken açıklarının üzerine gitmek yerine ara bulunuyor. Sebep? İş yürüsün, zarar edilmesin...Boşanma davalarında rol alan mediatörler, kimi zaman menkul ve gayrımenkullerin paylaşımı, velayet, dava sürecinde ve sonrasında taraflar arası iletişim gibi başlıklarda yine ara buluyorlar. Son derece "özel" olan ve bu sebepten de bir o kadar "politik" olan boşanma sürecine arabuluculuğun müdahalesi ve tarafların böyle bir dış etken aracılığıyla uzlaşması yine mevcut hukukun devamından başka bir anlam taşımıyor. Örneğin, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini yeniden üreten yasaların uygulanması konusunda mahkeme dışında "arabulunan" her dava, o yasaların devamlılığını korumaktan öte bir anlam taşımıyor.
Kendi tanımı itibariyle "tarafsız" olan ve tüm süreç boyunca tarafsızlığını korumaya çalışan mediatör, bir anlamda mevcut sistemin halledemediği çatışmaları çözmekle (kamusal alan dışında örtbas etmekle?) yükümlü sayıyor kendini. Sistem tüm sıkıntı ve sorunlarıyla aynen devam ederken, iki ya da daha fazla gerçek ya da tüzel kişi arasındaki sorun "hadi çıkın siz dışarıda halledin" denilerek hasıraltında hallediliyor. Son derece neo-liberal...Ait olduğu sisteme mediasyon, cuk oturuyor.
Peki...Tüm bunların ve mediasyona getirdiğim genel eleştirinin ardından, kulübümüzün anlaşmış olduğu bir mediatörden bu çerçevede ne beklenebilir? Aklımda olan ilk soruları yazayım...
- Bize yollamış olduğu anılarından, Deniz Kite'nin şu an için görevinin futbolcularla yönetim arasında bir noktada durduğunu çıkarabiliyorum. Bu görev daha geniş kapsamlı olarak ele alınacak mı? Deniz Kite, hukuksal alanda da mediatörlük yapacak mı? Eğer cevabımız evetse, özellikle geçmiş dönemden gelen borçlarımızın süren davalarında, temliklerde, gelirlere getirilen hacizlerde Adana Demirspor'un çıkarları doğrultusunda arabuluculuk yapılacak mı?
- Camiamızın değişik sebeplerden ötürü bir grup "küskün"ü mevcut, bu küskünlerin yeniden bir bütün haline getirilmesi konusunda sosyal bir arabuluculuk yapılacak mı?
- CRM tecrübesi de olan Deniz Kite'nin yardımlarıyla, eksikliğini çok fazla duyduğumuz bir "taraftar veri tabanı" oluşturulacak mı? (Bunu elbette taraftar veri tabanını, bir tür "müşteri" veri tabanı olarak kullanma amaçlı bir CRM uygulaması için sormuyorum. CRM tu-kaka'dır, veri tabanları ise sevimli. Oluşturulacak bir veri tabanından binlerce "insan odaklı" sosyal proje üretilmesi mümkün)
- Deniz Kite, adı o zamanlar mediatörlük, yaşam koçluğu, danışmanlık v.b. olmayan, tamamen sosyal ilişkilerle kurulmuş bir konuma erişmiş olan Adana Demirspor Kulübünün biricik öğretmeni, lideri, efsanesi Muharrem Gülergin deneyimini incelemiş midir? Sportmenlikten çok yönlülüğe, doğru antremandan doğru beslenmeye, efendi duruştan asla yılmamaya onun dönemimin Demirsporluluk ruhunun futbolculara yansıtılabilmesi için ne gibi çalışmalar yapılacaktır?
- Deniz Kite'nin aklındaki Demirspor "kurumsallaşmış", "markalaşmış" bir Demirspor mudur? Eğer öyleyse, benim aşık olduğum Demirspor, bambaşka bir Demirspordur; bir ruh, bir okul, bir gelenek, bir semboldür...Taraftarlar, belli ölçüde "müşteri" midir onun algılayışında?
Şimdilik, sorularım bunlar. Deniz Kite'nin vakti ve ilgisi olur da cevap gelirse bunlar üzerinden tekrar görüşlerimi belirteceğim. En baştan beri söylediğim üzere, Adana Demirspor Kulübü'ne bir mediatörün alınmasının niçin bu denli sevinç yaratan bir gelişme olarak algılandığını bilemiyorum, anlam veremiyorum.
Mediatörler, çatışmaları çözermiş...JRR Tolkien'den esinlenerek söylemeli o zaman:
Çatışmadan en çok kim korkar?
Elbette gardiyanlar...
Öncelikle, mediasyonu kabaca pazarlama - satış - satış teknikleri - kişisel gelişim- kalite yönetimi - 6 sigma - markalaşma - müşteri odaklılık - CRM - inovasyon - v.b. v.b. biçiminde devam etmekte olan zincirin yatay ya da dikey eklemlerinden biri olarak görme eğiliminde olduğumu belirteyim. Biraz hukuk, biraz iletişim, biraz "duygu yönetimi", belki biraz insan ilişkileri üzerine bir feng shui denemesi...En nihayetinde henüz "yeni" olduğunu söyleyebileceğimiz bir kavram. Eklemlendiği zincirin diğer tuhaf öğelerinden farklı olmayan bir biçimde, temelinde insana, insan duygularına ve davranışlarına müdahale ederek, onları "kendi açısından doğru olduğunu düşündüğü" bir başka tarzda yeniden yapılandırmaya çalışan bir "öğreti"...Bir tür insan-yapıbozumu.
İnsanın, kendi duygu ve davranışlarına kendisinin tamamen dışında, profesyonel bir mecradan müdahale edilmesine gereksinim duyması hiç de "insani" değil, açık söylemeliyim. Mevcut yaşantımızda, gün geçtikçe aptallaştırılıyor oluşumuzla yakından alakalı...Dönüştüğümüz "şey", gün geçtikçe "birey" olmaktan uzaklaşmakta. Düşünme yetilerimizi, hislerimizi kaybetmemiz öngörülüyor. O klişe tabirle "sistemin çarklarından biri" olmamız isteniyor. Eh, gün geçtikçe paşa paşa oluyoruz biz de. Belli bir noktadan sonra yukarıda bahsettiğim o tuhaf zincirin tuhaf halkaları, bizim "gereksinimimiz" haline geliyor/getiriliyor.
Gereksinimin ortaya çıkışını CRM ile örneklendireyim; aptallaşma şirketler bünyesinde ele alındığında, büyüme ile beraber bu defa bir tür körlük yaratmaya başlıyor. Aptallaştırılmış insan yığınlarından mütevellit şirketler, devasa plazalar haline geldiklerinde yaşadıkları müşteri körlüğü, CRM tabir edilen "disiplin"in ortaya çıkmasına neden oluyor. Diyelim ki benim mahallemdeki bakkalımla kurduğum naif bir ilişkim var. Bakkal Amca benim doğum günümü bilir, kutlar. Bakkal Amca, her Pazar bir Radikal, bir Bir Gün aldığımı bilir, beni tanır ve gittiğim bir Pazar "Bugün Evrensel'de de önemli bir yazı var, al istersen" diyerek bana hoşluk yapar. Bakkal Amca, tükettiğim biradan haberdardır, bana "6'lı kutu alırsan fıstık hediyesi var" biçiminde "kampanya" yapar...Bakkal Amca'yla aramızda kurulan insani ilişki, gün geçtikçe benim eğilimlerimi belirlemesine yarayan "sosyal" bir veri tabanı yaratmıştır zira, bu veri tabanını kullanması benim hoşuma gider. Gel gör ki, benzer bir işlemi kredi kartı ekstrelerim üzerinden elde ettiği veri tabanıyla, bana "bir şey satmak" için kullanan bir bankanın, her doğum günümde cep telefonuma attığı kutlama mesajları tam ters uçta ciddi sinir sahibi olmama neden olur. CRM, devasa plazaların, tek taraflı olarak benim bakkalım olmaya çalışmalarından başka bir şey değildir, üstelik ben onlara hiç de insani bir yaklaşımda bulunmamışken ve üstelik ilişkiler üzerinden sosyal bir veri tabanı değil slipler üzerinden dijital bir veri tabanı yaratmışken...
Neyse, gelelim mediasyona. CRM'e duyulan gereksinime benzer bir biçimde, söz konusu olan "anlaşmazlık"lar olduğunda, bu anlaşmazlığı halledeceğine inanılan disiplin olarak kendini ortaya koyuyor mediasyon. Şirketler arası anlaşmazlıklardan tutun, boşanma davalarına kadar birçok farklı dalda uygulamalarını görmek mümkün. "Arabuluculuk" tabiri de kullanılıyor kimi zaman mediasyon yerine. Deniz Kite'nin web sitesinde de vardı sanırım bir örnek: Japonya'da bir ortakla Belçika'da bir firmaya iş yapan Almanya'da yerleşik tüzel kişinin yaşayabileceği bir sorunda hangi mahkeme devreye girecek, hangi yasaya göre işlem yapılacak, ne kadar sürecek? gibi sorular oluştuğu anda devreye mediasyon giriyor, arabuluculuk ediliyor. Şirketlerin ve sınırların olmadığı bir dünyada yaşama özlemini geçtim, mevcut uluslararası hukuk sisteminin düzeltilmesi gereken açıklarının üzerine gitmek yerine ara bulunuyor. Sebep? İş yürüsün, zarar edilmesin...Boşanma davalarında rol alan mediatörler, kimi zaman menkul ve gayrımenkullerin paylaşımı, velayet, dava sürecinde ve sonrasında taraflar arası iletişim gibi başlıklarda yine ara buluyorlar. Son derece "özel" olan ve bu sebepten de bir o kadar "politik" olan boşanma sürecine arabuluculuğun müdahalesi ve tarafların böyle bir dış etken aracılığıyla uzlaşması yine mevcut hukukun devamından başka bir anlam taşımıyor. Örneğin, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini yeniden üreten yasaların uygulanması konusunda mahkeme dışında "arabulunan" her dava, o yasaların devamlılığını korumaktan öte bir anlam taşımıyor.
Kendi tanımı itibariyle "tarafsız" olan ve tüm süreç boyunca tarafsızlığını korumaya çalışan mediatör, bir anlamda mevcut sistemin halledemediği çatışmaları çözmekle (kamusal alan dışında örtbas etmekle?) yükümlü sayıyor kendini. Sistem tüm sıkıntı ve sorunlarıyla aynen devam ederken, iki ya da daha fazla gerçek ya da tüzel kişi arasındaki sorun "hadi çıkın siz dışarıda halledin" denilerek hasıraltında hallediliyor. Son derece neo-liberal...Ait olduğu sisteme mediasyon, cuk oturuyor.
Peki...Tüm bunların ve mediasyona getirdiğim genel eleştirinin ardından, kulübümüzün anlaşmış olduğu bir mediatörden bu çerçevede ne beklenebilir? Aklımda olan ilk soruları yazayım...
- Bize yollamış olduğu anılarından, Deniz Kite'nin şu an için görevinin futbolcularla yönetim arasında bir noktada durduğunu çıkarabiliyorum. Bu görev daha geniş kapsamlı olarak ele alınacak mı? Deniz Kite, hukuksal alanda da mediatörlük yapacak mı? Eğer cevabımız evetse, özellikle geçmiş dönemden gelen borçlarımızın süren davalarında, temliklerde, gelirlere getirilen hacizlerde Adana Demirspor'un çıkarları doğrultusunda arabuluculuk yapılacak mı?
- Camiamızın değişik sebeplerden ötürü bir grup "küskün"ü mevcut, bu küskünlerin yeniden bir bütün haline getirilmesi konusunda sosyal bir arabuluculuk yapılacak mı?
- CRM tecrübesi de olan Deniz Kite'nin yardımlarıyla, eksikliğini çok fazla duyduğumuz bir "taraftar veri tabanı" oluşturulacak mı? (Bunu elbette taraftar veri tabanını, bir tür "müşteri" veri tabanı olarak kullanma amaçlı bir CRM uygulaması için sormuyorum. CRM tu-kaka'dır, veri tabanları ise sevimli. Oluşturulacak bir veri tabanından binlerce "insan odaklı" sosyal proje üretilmesi mümkün)
- Deniz Kite, adı o zamanlar mediatörlük, yaşam koçluğu, danışmanlık v.b. olmayan, tamamen sosyal ilişkilerle kurulmuş bir konuma erişmiş olan Adana Demirspor Kulübünün biricik öğretmeni, lideri, efsanesi Muharrem Gülergin deneyimini incelemiş midir? Sportmenlikten çok yönlülüğe, doğru antremandan doğru beslenmeye, efendi duruştan asla yılmamaya onun dönemimin Demirsporluluk ruhunun futbolculara yansıtılabilmesi için ne gibi çalışmalar yapılacaktır?
- Deniz Kite'nin aklındaki Demirspor "kurumsallaşmış", "markalaşmış" bir Demirspor mudur? Eğer öyleyse, benim aşık olduğum Demirspor, bambaşka bir Demirspordur; bir ruh, bir okul, bir gelenek, bir semboldür...Taraftarlar, belli ölçüde "müşteri" midir onun algılayışında?
Şimdilik, sorularım bunlar. Deniz Kite'nin vakti ve ilgisi olur da cevap gelirse bunlar üzerinden tekrar görüşlerimi belirteceğim. En baştan beri söylediğim üzere, Adana Demirspor Kulübü'ne bir mediatörün alınmasının niçin bu denli sevinç yaratan bir gelişme olarak algılandığını bilemiyorum, anlam veremiyorum.
Mediatörler, çatışmaları çözermiş...JRR Tolkien'den esinlenerek söylemeli o zaman:
Çatışmadan en çok kim korkar?
Elbette gardiyanlar...
Yorumlar
Deniz Kite’nin gelişine sevinenler içerisinde yer aldığım için, bunun nedenine dair sorduğun soruyu cevaplamak istiyorum.
Bilindiği üzere, son yıllarda final maçlarında olmadık sonuçlarla elenerek bir üst lige çıkamadık. Elimizde çok net deliller olmasa da bunun farklı nedenleri olduğunu biliyoruz. Uçtaki nedenleri yok sayarak (satışa getirilmemiz mesela); takım içindeki çekememezlik, futbolcular arası küslük ya da hocaya tavır gibi nedenlerin sonucunda ortaya konan futboldu bizi bu hale getiren. Deniz Kite’nin en azından bu durumların oluşmamasını ya da oluştuğunda çözümlenmesine yardımcı olmasını bekliyorum ben kendi adıma. Bunu başaracağına inanıyorum.
Bir de, “bir tür insan yapıbozumu” tanımına kesinlikle karşı çıkıyorum, bence böyle bir şey mümkün değildir zaten. Benim mediatörlükten anladığım; dinlemek, dinlediğini anlamak; bunları, dinlemeyen ya da dinlediğini anlamayan diğer tarafın anlamasına yardımcı olmak. Ve bunu tabi ki her iki taraf için uygulamak.
Saygılarımla,
geyik1940
Son yıllarda yaşanılan (uçtaki nedenleri yok sayarak) takım içindeki çekememezlik, futbolcular arası küslük ya da hocaya tavır gibi durumların çözümü bir mediatörle anlaşmak değil; bunu yaratanların derhal, bir daha asla Demirspor kulübüne adımlarını atmayacak şekilde kovulmalarıydı, kovuldular. Bir mediatör, Özgür Nasuh gibi bir futbolcuyla bir tür uzlaşma zemini bulunmasına çalışacaksa, arabuluculuk edecekse hiç etmesin. Demirsporluluğu taşıyamayacak karakterdeki insanlarla uzlaşmak yok...Yerleri bu kulüp değil...
Yapıbozuma benzetme sebebim, mediasyonun/arabuluculuğun, varolan bir tez karşısına anti-tez koyarak diyalektik bir seyir izlemeyi değil, "kimi zaman sözde" çatışma ortamının tez ve/veya anti-tezlerini bozuma uğratarak bir "sözde" uzlaşma zemini bulma tercihine ilişkindi. Buradaki muhatabı da bir metin değil, bir insan olduğu için insan-yapıbozumu kavramını ortaya attım. Daha geniş yapıbozum - diyalektik materyalizm - Derrida çözümlemeleri için en doğru adres Disconnectus Erectus olacaktır kanaatindeyim. İnsan-yapıbozumu kavramının durumu güzel özetlediğini düşünüyorum.
Kulübe destek olmak için kredi kartı almakla ve bu projeyi desteklemekle, meditör sahibi olmak arasında çok bir fark yok bence, hatta kart taraftar boyutuna hitap ettiği için daha sakil. Mesele, veri tabanları meselesinde senin de dediğin gibi, bu meseleyi kendi ilkelerin doğrultusunda yönetebilmek; onun seni yönetmesinden ziyade...
Deniz hanimin rakibi cekirdekten yetisme,bu islerin erbabi,kasarlanmis ki hemde nasil.Katmer katmer..Etki alanina girebilmek icin 20 katmer soymak gerekli.Kasarin taktikleri de oy kazandiran cinsten. Mal ortada,kasar meydanda..Deniz hanimin yeni bir frekans kurmasi cok zor.Mevcut frekansa pazarit yaptirip dinlenilmesini onlemeye calismasi,etki alanini daraltmaya calismasi, bana gore daha basarili olacaktir.