-------------------------------------------------------------------------------
Her hafta Perşembe günleri,"Perşembe Konukları" köşemizde demirgibiyiz@gmail.com adresimize o hafta gelenler içerisinden bir yazıyı, "konuk yazarımız"ın yazısı olarak blogumuza taşıyoruz. Tüm okurlarımız yazılarını demirgibiyiz@gmail.com 'a gönderebilirler.
Bu hafta, bize üçüncü kez konuk olan Talip Egemen'in yazısını yayınlıyoruz. Talip Bey, yayla havasını, Adana Demirspor'un kazanma kültürünün olduğu dönemleri ve güzel çocukluk anılarını taşıyor bizlere bu defa. Perşembe Konukları köşemizin en sıkı takipçisi Talip Bey'den ve okuyucularımızdan bu haftaki gecikme için özür dileyerek yazısını yayınlıyoruz...
-------------------------------------------------------------------------------
AĞUSTOS 1990, YAYLA DÖNÜŞÜ, ADANA DEMİRSPOR
Talip Egemen
1990 yılının Ağustos ayıydı. Bir Pazar öğleden sonrası yayla sezonunu tamamlayıp Adana’ya dönüyorduk. Adana’ya dönüş günümüz ligin açılış haftası ile çakışmıştı. Babam arabanın radyosunu açmış maçları dinliyordu ben arabaya bindiğimde. Maçların ikinci yarıları yeni başlamıştı ve ilk yarılardaki sürpriz skor ligin yeni takımı Aydınspor’un Fenerbahçe karşısındaki 1-0 galibiyetiydi. Bu skor karşısında bizde şaşırdık ve yol boyunca şaşkınlığımız artarak devam etti. Ligin yeni takımı, Kadıköy’de Fenerbahçe’ye golleri bir bir sıralıyordu. İlker Yağcıoğlu ve birkaç sezon sonra Adana Demirspor forması giyecek olan Faruk Korkmaz attıkları gollerle sezonun ilk haftasına, belki de tarihe damgalarını vuruyorlardı. Kadıköy’de tarihe geçecek maçı anlatıyordu radyo ama benimde aklım Diyarbakır’da idi. Adana Demirspor da ligin ilk haftasında Diyarbakır deplasmanına çıkıyordu. Çıkıyordu çıkmasına da, ne bir gol olduğunda bağlanılıyordu oraya ne de arada sırada bağlanılıp dakika ve skor alınıyordu. Çünkü ikinci ligde mücadele ediyorduk. Daha doğrusu ikinci ligde mücadele edecektik o yıl. Önceki yıl ligden düşmüştük ve o yaz bizim için çok tanıdık olaylarla geçmişti.
Yönetimin istifası, başkanlığa aday çıkmaması, yapılamayan kongreler, sahipsizlik söylemleri, o dönem 13 yaşında olan küçük bir taraftarı oldukça üzüyordu. Ne olacak acaba diyordum. Bu arada takımda oluşturulmaya çalışılıyordu. Teknik direktörlüğe Sakıp Özberk getirilmişti. Futbolla yatıp kalkmama rağmen o zamana kadar Sakıp Özberk adını hiç duymamıştım. Babama sordum: “Sakıp Özberk ile anlaşmışız. Nasıl? Tanıyor musun?” diye. Babam da onunla olmaz o iş demişti. Sakıp Hoca belki babam gibi düşünen kişilerin çokluğundan o sezonu bizimle tamamlayamadı. Fakat yıllar sonra Gaziantepspor, Altay ve diğer Anadolu takımlarıyla Süper Lig’de başarılı işler yaptı ve babamı haksız çıkardı. Adana Demirsporumuzu da görevden ayrıldığı tarihe kadar potada tuttu.
Yazımın başında da belirttiğim üzere yayla sezonundaydık ve çok bilgi alamıyorduk sevdiğimizden. Sadece TRT-1’i çeken, 37 ekran bile olmayan siyah beyaz bir televizyon tek teknolojik oyuncağımızdı. O da 2. lig takımlarından haber vermiyordu zaten. Tek bilgi kaynağımız sabahları saat onbir gibi çarşıya gelen, sırada bekleyerek aldığımız gazetelerdi. Gazetelerde çok ümit verici haberler yazmıyordu bizim için. Sezonun ilk maçı da zorlu Diyarbakır deplasmanındaydı ve öngörüler sezona mağlubiyetle başlayacağımız üzerineydi. Ben de mağlubiyete hazırlamıştım kendimi ama içimde bir ümit, bu takımın hep beklenilmeyeni yapması, olmadık anda olmadık işleri başarması içimdeki ümidi canlı tutuyordu. Öyle değil midir sahiden, bu takım değil midir hep beklenmedik anlarda beklenmedik işleri başaran, ümitlerin tükendiği an küllerinden doğan, final maçlarını kazanan…
Burada ayrı bir paragraf açmak istiyorum, 1990/91 sezonundan yıllar sonra, bugünden ise yıllar önce, aralarda bir zaman -1997 Mayıs’ı olsa gerek- Adanaspor’un, ekstra play-off finalinde Şekerspor’a penaltılarla kaybettiği maçın ertesinde bir belediye otobüsünde yolculuk ederken önümde oturan iki kişi futbol üzerine konuşuyordu ve konu futbol olunca ben de kulak kabartmıştım konuşulanlara. Konuşmalarından Adanasporlu oldukları anlaşılıyordu. Takımlarına ve futbolcularına veryansın ediyorlardı. Nasıl olurda finale kadar gelip finalde kaybederlerdi. Futbolcular ruhsuzdu, Ankaralı İdris’e penaltı attırılır mıydı filan. Sohbet bu minvalde devam ederken biri diğerine dedi ki “Demirspor olsaydı finalde kaybetmezdi. Onlar çıkardı, onlar öyle bir takım.” Tespit mükemmeldi, benim koltuklarım kabarmış, oturduğum yere sığmaz olmuştum. Evet biz olsak çıkardık, nitekim o günden birkaç yıl önce Ankara’da, birkaç yıl sonrada Denizli’deki play-offlarda bizden daha iyi takımlar olmasına rağmen biz kazanmıştık. Biz de öyle bir ruh vardı. Ta ki iki yıl önceki Giresun maçına kadar. O maçtan önceki ruh halimi, özgüvenimi size anlatamam. Maçın oynanmasına bile gerek yoktu, biz final takımıydık ve o ruhla Giresun’u parçalardık. Bu bakış açısı eski başkan Tuncel’in Güngören maçında yaptığı “Onlar bizim rakibimiz değil” açıklamasıyla benzeşse de tamamen farklı düşünceler olduğunu belirtmem gerekir. Rakibi küçümsemekten ziyade kendine olan aşırı güvenin bir tezahürü olsa gerek. Giresun maçının ve şampiyonluğun kaybedilmesi kadar o ruhun kaybedilmesi de bir o kadar üzmüştür beni. Bize Güngören maçını kaybettiren de o ruhun önceki yıl kaybedilmesiydi belki de.
Tekrar doksan Ağustosuna gidersek radyo dinlemeye devam ediyorduk.O dönem birinci lig maçları tamamlandıktan sonra stüdyodaki spiker şöyle derdi : “Yayınımızı kapatmadan önce size ikinci ligden elimize ulaşan sonuçları veriyoruz” Ben de bu kısmı bekliyordum işte.Çoğu zaman bizim skor ulaşmazdı ellerine ama Diyarbakırdaki sonuç ulaşmıştı ve verilen ilk skor bizim maçın skoru olmuştu.Şöyle demişti spiker : “İkinci Lig C Grubu’nda oynanan maçta Diyarbakırspor :1 AdanaDemirspor :2”. Arabada kısa bir şaşkınlık yaşandı, “Allah Allah, nasıl olur?” Babam da çok şaşırmıştı. Hocayı tutmamıştı bir kere. Ben de kendimi kaybetme düşüncesine hazırlamış böylece kazanırsak daha çok sevinirim demiştim çocuk aklımla. Ortaokulda hocalarımız yazılı notlarımızı açıklamadan önce kaç beklediğimizi sorardı. Ben de genelde beklediğim notun 1-2 not aşağısında söylerdim hep. Sekiz beklerken altı der, hoca dokuz dediğinde sahte bir şaşırma efekti yapar gururla yerime otururdum sonra. Galiba bu Diyarbakır maçında da fark etmeden aynı şeyi yapmıştım. Kazanacağımızı biliyordum fakat şartlar bana kaybedeceğimizi söyletiyordu. Sonuçta Demirspor yapması gerekeni yapmış, kendi kültüründe var olan bir işi başarıp gelmişti. Onca olumsuzluğa rağmen zor bir deplasmana gitmiş, yenmiş ve gelmişti. Bu takım bu sene ne yapar, ne olacak bu takımın hali soruları acaba şampiyon olur muyuz'a dönüvermişti birden…
Her hafta Perşembe günleri,"Perşembe Konukları" köşemizde demirgibiyiz@gmail.com adresimize o hafta gelenler içerisinden bir yazıyı, "konuk yazarımız"ın yazısı olarak blogumuza taşıyoruz. Tüm okurlarımız yazılarını demirgibiyiz@gmail.com 'a gönderebilirler.
Bu hafta, bize üçüncü kez konuk olan Talip Egemen'in yazısını yayınlıyoruz. Talip Bey, yayla havasını, Adana Demirspor'un kazanma kültürünün olduğu dönemleri ve güzel çocukluk anılarını taşıyor bizlere bu defa. Perşembe Konukları köşemizin en sıkı takipçisi Talip Bey'den ve okuyucularımızdan bu haftaki gecikme için özür dileyerek yazısını yayınlıyoruz...
-------------------------------------------------------------------------------
AĞUSTOS 1990, YAYLA DÖNÜŞÜ, ADANA DEMİRSPOR
Talip Egemen
1990 yılının Ağustos ayıydı. Bir Pazar öğleden sonrası yayla sezonunu tamamlayıp Adana’ya dönüyorduk. Adana’ya dönüş günümüz ligin açılış haftası ile çakışmıştı. Babam arabanın radyosunu açmış maçları dinliyordu ben arabaya bindiğimde. Maçların ikinci yarıları yeni başlamıştı ve ilk yarılardaki sürpriz skor ligin yeni takımı Aydınspor’un Fenerbahçe karşısındaki 1-0 galibiyetiydi. Bu skor karşısında bizde şaşırdık ve yol boyunca şaşkınlığımız artarak devam etti. Ligin yeni takımı, Kadıköy’de Fenerbahçe’ye golleri bir bir sıralıyordu. İlker Yağcıoğlu ve birkaç sezon sonra Adana Demirspor forması giyecek olan Faruk Korkmaz attıkları gollerle sezonun ilk haftasına, belki de tarihe damgalarını vuruyorlardı. Kadıköy’de tarihe geçecek maçı anlatıyordu radyo ama benimde aklım Diyarbakır’da idi. Adana Demirspor da ligin ilk haftasında Diyarbakır deplasmanına çıkıyordu. Çıkıyordu çıkmasına da, ne bir gol olduğunda bağlanılıyordu oraya ne de arada sırada bağlanılıp dakika ve skor alınıyordu. Çünkü ikinci ligde mücadele ediyorduk. Daha doğrusu ikinci ligde mücadele edecektik o yıl. Önceki yıl ligden düşmüştük ve o yaz bizim için çok tanıdık olaylarla geçmişti.
Yönetimin istifası, başkanlığa aday çıkmaması, yapılamayan kongreler, sahipsizlik söylemleri, o dönem 13 yaşında olan küçük bir taraftarı oldukça üzüyordu. Ne olacak acaba diyordum. Bu arada takımda oluşturulmaya çalışılıyordu. Teknik direktörlüğe Sakıp Özberk getirilmişti. Futbolla yatıp kalkmama rağmen o zamana kadar Sakıp Özberk adını hiç duymamıştım. Babama sordum: “Sakıp Özberk ile anlaşmışız. Nasıl? Tanıyor musun?” diye. Babam da onunla olmaz o iş demişti. Sakıp Hoca belki babam gibi düşünen kişilerin çokluğundan o sezonu bizimle tamamlayamadı. Fakat yıllar sonra Gaziantepspor, Altay ve diğer Anadolu takımlarıyla Süper Lig’de başarılı işler yaptı ve babamı haksız çıkardı. Adana Demirsporumuzu da görevden ayrıldığı tarihe kadar potada tuttu.
Yazımın başında da belirttiğim üzere yayla sezonundaydık ve çok bilgi alamıyorduk sevdiğimizden. Sadece TRT-1’i çeken, 37 ekran bile olmayan siyah beyaz bir televizyon tek teknolojik oyuncağımızdı. O da 2. lig takımlarından haber vermiyordu zaten. Tek bilgi kaynağımız sabahları saat onbir gibi çarşıya gelen, sırada bekleyerek aldığımız gazetelerdi. Gazetelerde çok ümit verici haberler yazmıyordu bizim için. Sezonun ilk maçı da zorlu Diyarbakır deplasmanındaydı ve öngörüler sezona mağlubiyetle başlayacağımız üzerineydi. Ben de mağlubiyete hazırlamıştım kendimi ama içimde bir ümit, bu takımın hep beklenilmeyeni yapması, olmadık anda olmadık işleri başarması içimdeki ümidi canlı tutuyordu. Öyle değil midir sahiden, bu takım değil midir hep beklenmedik anlarda beklenmedik işleri başaran, ümitlerin tükendiği an küllerinden doğan, final maçlarını kazanan…
Burada ayrı bir paragraf açmak istiyorum, 1990/91 sezonundan yıllar sonra, bugünden ise yıllar önce, aralarda bir zaman -1997 Mayıs’ı olsa gerek- Adanaspor’un, ekstra play-off finalinde Şekerspor’a penaltılarla kaybettiği maçın ertesinde bir belediye otobüsünde yolculuk ederken önümde oturan iki kişi futbol üzerine konuşuyordu ve konu futbol olunca ben de kulak kabartmıştım konuşulanlara. Konuşmalarından Adanasporlu oldukları anlaşılıyordu. Takımlarına ve futbolcularına veryansın ediyorlardı. Nasıl olurda finale kadar gelip finalde kaybederlerdi. Futbolcular ruhsuzdu, Ankaralı İdris’e penaltı attırılır mıydı filan. Sohbet bu minvalde devam ederken biri diğerine dedi ki “Demirspor olsaydı finalde kaybetmezdi. Onlar çıkardı, onlar öyle bir takım.” Tespit mükemmeldi, benim koltuklarım kabarmış, oturduğum yere sığmaz olmuştum. Evet biz olsak çıkardık, nitekim o günden birkaç yıl önce Ankara’da, birkaç yıl sonrada Denizli’deki play-offlarda bizden daha iyi takımlar olmasına rağmen biz kazanmıştık. Biz de öyle bir ruh vardı. Ta ki iki yıl önceki Giresun maçına kadar. O maçtan önceki ruh halimi, özgüvenimi size anlatamam. Maçın oynanmasına bile gerek yoktu, biz final takımıydık ve o ruhla Giresun’u parçalardık. Bu bakış açısı eski başkan Tuncel’in Güngören maçında yaptığı “Onlar bizim rakibimiz değil” açıklamasıyla benzeşse de tamamen farklı düşünceler olduğunu belirtmem gerekir. Rakibi küçümsemekten ziyade kendine olan aşırı güvenin bir tezahürü olsa gerek. Giresun maçının ve şampiyonluğun kaybedilmesi kadar o ruhun kaybedilmesi de bir o kadar üzmüştür beni. Bize Güngören maçını kaybettiren de o ruhun önceki yıl kaybedilmesiydi belki de.
Tekrar doksan Ağustosuna gidersek radyo dinlemeye devam ediyorduk.O dönem birinci lig maçları tamamlandıktan sonra stüdyodaki spiker şöyle derdi : “Yayınımızı kapatmadan önce size ikinci ligden elimize ulaşan sonuçları veriyoruz” Ben de bu kısmı bekliyordum işte.Çoğu zaman bizim skor ulaşmazdı ellerine ama Diyarbakırdaki sonuç ulaşmıştı ve verilen ilk skor bizim maçın skoru olmuştu.Şöyle demişti spiker : “İkinci Lig C Grubu’nda oynanan maçta Diyarbakırspor :1 AdanaDemirspor :2”. Arabada kısa bir şaşkınlık yaşandı, “Allah Allah, nasıl olur?” Babam da çok şaşırmıştı. Hocayı tutmamıştı bir kere. Ben de kendimi kaybetme düşüncesine hazırlamış böylece kazanırsak daha çok sevinirim demiştim çocuk aklımla. Ortaokulda hocalarımız yazılı notlarımızı açıklamadan önce kaç beklediğimizi sorardı. Ben de genelde beklediğim notun 1-2 not aşağısında söylerdim hep. Sekiz beklerken altı der, hoca dokuz dediğinde sahte bir şaşırma efekti yapar gururla yerime otururdum sonra. Galiba bu Diyarbakır maçında da fark etmeden aynı şeyi yapmıştım. Kazanacağımızı biliyordum fakat şartlar bana kaybedeceğimizi söyletiyordu. Sonuçta Demirspor yapması gerekeni yapmış, kendi kültüründe var olan bir işi başarıp gelmişti. Onca olumsuzluğa rağmen zor bir deplasmana gitmiş, yenmiş ve gelmişti. Bu takım bu sene ne yapar, ne olacak bu takımın hali soruları acaba şampiyon olur muyuz'a dönüvermişti birden…
Yorumlar
T.Egemen
T.Egemen