Ana içeriğe atla

Latife Tekin ve Demirspor: Susturulma Pratikleri

Makale başlığı gibi oldu ama ciddiyetle düşünülmesi gereken, geniş çaplı bir konu...

Latife Tekin'n Karabük'te başına gelenleri biliyorsunuz(bilmiyorsanız, lütfen buraya tıklayın) Karabük Festivali'nde AKP'yi eleştirdiği için Belediye Başkanı tarafından susturuldu. O da yetmemiş, Tekin hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Pen ve ÇGD ise Tekin'e desteklerini açıkladılar (tıklayın.)




Aslında Latife Tekin'in yaşadıkları, bizim Karabük'te yaşadıklarımızı ve bir kente dair gözlemlerimizi hatırlatı ve doğruladı (Burada yazmıştık).
Sorun tabii ki bir kentle ilgili değil sadece; bir zihniyetle ilgili. Kendi gibi olmayanı susturma, yok sayma-yok etme zihniyeti. Aynı zihniyet, sezon bitiminden beri sütten çıkmış ak kaşıklar-Aytaç Durak ve piyonu Mustafa Tuncel- tarafından da yürütülüyor. Basındaki kalemleri de onlara yol açıyor.

Hedef ve gündem saptırarak, taraftarın üzerine oynamak, aorunları konuşmk yerine kendilerini eleştirenleri suçlamak, onları zararlı-yok edilmesi gereken birileri olarak suçlu muamelesine layık görmek.

Bildiğiniz gibi, hafta içi kongremizde, kırmızı kravatıyla ünlenen çok değerli başkanımız Mustafa Tuncel, kendi eleştiren eski bir yöneticimize, televizyon kameraları ve yüzlerce kişinin önünde ana avrat KÜFRETTİ!
Böylece tartışmaları ve sorunların konuşulmasını engelleyip, kongrenin ertelenmesine neden olacak anları başlattı. "Bağımsız haber" veren televizyonlar, Tuncel'in konuşmaya itirazda(!) bulunduğunu söylemekle yetindiler. Aslında Tuncel, KÜFRETMİŞTİ! Bu şekilde, bir kongreye dinamit koydu.



Tıpkı Latife Tekin'e yapıldığı gibi, yanlışları söyleyen-onları uyaran kişiler, bozguncu gösterildi. Aslında Tuncel'in "derdi", kürsüdeki konuşmacı değildi sadece; onunla kişisel bir husumetin ötesinde, onu eleştirenlere verilen bir gözdağıydı bu! Hadi adını koyalım: Taraftarın yükselttiği muhalafet bayrağına bir saldırıydı, bir küfürdü, bir tahammülsüzlüktü.

Tekin'e "benim paramla düzenlenen bir etkilnlikte beni eleştiremezsiniz" diyen zihniyet, "benim paramla yönetilen bir takımda beni eleştiremezsiniz" dedi. Karabük'te veya Adana'da fark etmedi: Sorunlar konuşulmadan susturuldu! Linç mantığı uygulamaya konuldu...

Paranın emrinde-iktidar sarhoşu yerel padişahlar, her şeyi kontrol edebileceklerini sanıyorlar ama dünya eski dünya değil. Artık kapalı kapılar-salonlar ardında üretilen hesaplar, oynanan oyunlar eskisi gibi rahat hayata geçmiyor; kol kırılır yen içinde kalır denemiyor ve evet, bu onları çok telaşlandırıyor!

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Latife Tekin meselesi..Önüne geleni göz altına alma süreci..
Bu memleket için bundan sonrası toplama kamplarıdır herhalde!
Kampın bir köşesini de Demirsporlulara ayırmışlardır sanırım..
vertumnus dedi ki…
Karabük Belediye Başkanı ve AKP, 12 Eylül sürecinin bir ürünü, Latife Tekin de yine aynı sürecin bir başka ürünüdür aslında. Latife Tekin'in "aydınlaş-tırıl-ması" 12 Eylül'den bağımsız düşünülemez. Aynı babanın farklı annelerden olma çocuklarıdır en fazla. Genetik özelliklerinin bir kısmı aynıdır, aynı olmak durumundadır. Biri, diğerini üretir ve yola devam ederler. Üvey kardeşlerin kavgası olur, kimi zaman çok ciddi olur hemde. Lakin bu, aralarında kardeşlik bağları olduğu gerçeğini değiştirmez.

İlgili toplantıda Latife Tekin, AKP'nin enerji politikalarından "aşağılık" olarak bahsetmiş, nükleer santrallere değinmiş ve şöyle demiş;

"Ben bu ülkenin tanınmış bir yazarıyım. Yazarlar ülkelerinin halklarının vicdanıdır."

Hemen hemen hiçbir itirazım yok. Söylediklerine, eleştirilerine tamamen katılıyorum. Lakin, Latife Tekin'i eksik buluyorum. "Halkların vicdanı" olmak, 1980 sonrası devlet politikalarınca muhaliflere "oyuncak" olarak verilen "kadın" ve "çevre" başlıkları altında ses getirmekten çok daha öte bir noktadadır. Vicdan olmak, çevre sorunlarına duyarlılığı kapsadığı gibi, sınıf sorunlarına duyarlılığı da kapsar. Ve hatta, "çevre" sorunları -bu söylediğim tartışmaya açıktır- sınıf sorununun bir alt parçasıdır. Dolayısıyla, doğru sorunu tanımlamayıp, doğru sorunun çözümüne yönelik ses çıkarmadıkça, alt parçaları birer ikişer ele almak, tabanda mutlak suretle çözülme ve mevcut sistemle barışmayı getirir. "Barışma" çoğu zaman barışan için görülmez durumdadır zira barışan kendini, içinde bulunduğu çıkmazı görmeksizin, "halkların vicdanı" olarak kodlamıştır. Söz konusu bu örnekte Latife Tekin, halkların vicdanı değil, en fazla çevrecilerin vicdanıdır. Ha, bu da hoştur, bu da iyidir, o apayrı.

Beri yandan, siyasetsizleştirilmiş "okumuş"lar Latife Tekin olmayı seçerek "aydın"lıktan vazgeçtikçe siyasileşen İslam'ın iktidarını gün be gün perçinlemesi kaçınılmazdır. Bu nedenle bu ikisi aynı babanın çocuklarıdır. Bu nedenle birbirlerini yeniden üretirler.

Neyse...Demeye çalıştığım, Latife Tekin'in -Allah gecinden versin- "badem gözlü" olmasına ilişkin bir yanılgı yaşandığıdır. Kendisi, badem gözlü değildir. Ancak buna karşılık, AKP ve AKP'nin Belediye Başkanı'nın yaptığı insanlık dışıdır, anlayış dışıdır, direkt insan düşmanlığıdır. Tanımı uzatmaya gerek yok; faşizmdir.

Faşizmle mücadele, onurlu aydınların işidir.
vertumnus dedi ki…
Yalnız öyle bir yorum bırakmışım ki Yalçın Hoca görse duygulanır ağlardı eminim.

Bir de Mustafa Tuncel'den hiç bahsetmemişim. Dolayısıyla şöyle bağlayayım;

Yalçın Küçük, Mustafa Tuncel'i çok pis döver! Ellerine de sağlık olur!

Evet sanıyorum, blogun akışı içerisinde şimdi daha tutarlı oldum. Afferim bana.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben Bunu Hak Ettim...

Bugüne kadar yazdığım en zor yazılardan biri bu.  Yanımda küçücük iki çocuk vardı maçta, sevdim onları öptüm. Hatta babası yorulmuştu da aldım onu omzuma maçı bir süre birlikte izledik. O esnada çocuğun nasıl heyecanlandığını gördüm. Bacakları kasılıyordu, boynumun sıkıştığını hissettim. Sonra bağırdı ve akabinde ellerini vücudunu titreme alacak kadar sıktı. Bu çocuk sanırım 4,5-5 yaşlarındaydı. Tam benim kızımın yaşlarında. İşte o anda aslında anlamalıydım hak ettiğimi bu belayı. Çünkü ben de çocuklarımı bu acıya götürüyorum. Onlar acıya doğru yürürken, ben her Demirspor deyişlerinde mutlu oluyorum. Her mavi-lacivert deyişlerinde mutlu oluyorum. Onlar da bana başarı videosu gönderiyorlar.   Ben böyle bir babayım işte. Çocuklarının bu tür videolarına bakıp, duygulanan mutlu olan bir babayım. Onlara mavili, armalı kıyafetler alıp ellerimle uçuruma götüren bir babayım. Tabi ki Allah belamı verecek.  Kendi isteğim dışında görev yerim değiştirildi. Ailem param...

Başkan Krizi

 Sahadaki kriz en tepeye de yansıdı; Murat Sancak dün akşam başkanlığı Metin Korkmaz'a devrettiğini açıkladı. Gelişmeleri görebilmek adına biraz beklemek gerekli ama şu anda birkaç neden ve ihtimal var gibi görünüyor: Birincisi, "tamam vazgeçtim" deyip geri dönmesi; daha önce yapmıştı. İkincisi, "TFF'de FETÖcüler var" yönlü açıklamaları ve hakem camiasına eleştirilerinden dolayı çeşitli hukuki ve mali sıkıştırmalara maruz kalması. O yüzden biraz geri plana çekilmek istemiş olabilir. Metin Korkmaz eliyle yönetime devam eder. Üçüncüsü, parasının bitmiş olması ve Adana Demirspor'dan tamamen uzaklaşması. Başkan'ın en büyük sorunlarından biri iletişim stratejisinin düzgün olmaması. Attığı twitler ve açıklamalar fazla öfkeli. Çoğu zaman kötü Türkçe ile karman çorman açıklamalar yapıyor. Twitter (X) infosundaki yazılar/iddialar bile kötü yazılmış. En basitinden, Adanademirspor değil, Adana Demirspor yazması gerekli. Kulübün sosyal medya hesapları iyi yöneti...

Nesrin'in Hikayesi : "15 Saat 47 Dakika…Ve Toprak…"

Ön-Not: Nesrin Olgun Aslan’ın hikayesini yazmaya başladığımda kimi zaman soğuk bir suyun ve karanlığın içinde, kimi zaman sonunda varabildiğim bir kıyıda hissettim kendimi. Yazmaya devam ederken önce zor tutuyordum gözyaşlarımı, bir noktadan sonra akmaya başladı hepsi. Yazımı, ağlayarak bitirebildim ancak…Kendisinin web sitesinden (http://www.nesrinolgun.com) ve dönemin Hürriyet Londra Temsilcisi Faruk Zapçı’nın anılarından yararlandım, teşekkürlerimi sunuyorum…Çok uzatmadan, Nesrin’in Hikayesi’ne başlıyorum… 1964 Adana Yüzme havuzunun kenarında 7 yaşında kara kuru bir kız çocuğu duruyor. Havuzun içinde Adana Demirspor Kulübü yüzücüleri. Erkekler çoğunlukta. Küçük kız etrafına bakıyor. Sadece 4 kız çocuğu var. Nesrin, Adana Demirspor’un 4 kızından biri oluyor o gün…Giriyor havuza. 1973 – 1975 Adana Nesrin, 16 yaşında. Yüzüyor. 7 yaşında girdiği havuzdan, kısa mesafede 100’e yakın madalya ve şilt çıkartıyor. Kışları masa tenisi oynuyor, Türkiye 2.liği, Türkiye 3.lüğü var. 17 yaşında mar...